Ekonomik kriz bağıra bağıra derinleşiyor
2008-2009 yıllarında dünya bir finansal kriz yaşadı. Türkiye’de ilk sorunlar 2007 yılında Türkiye’nin ihracatında ilk sırayı alan tekstil sektöründe başladı. Sektörlere göre büyüme;
2009 yılında dünyada büyüme ortalaması -1,6, gelişmiş ülkelerde -3,8 olurken ve bizim gibi gelişmekte olan ülkeler yüzde 1,9 oranında büyürken biz 4,7 oranında küçüldük. Buna rağmen o zamanki Başbakan Erdoğan, kriz teğet geçti dedi. ABD ve Avrupa’nın para arzını artırması, Türkiye’ye sıcak para girişi ertesi yıl 2010’da krizden çıkmamızı sağladı.
Bugün tekstil sektörü aynen 2007 yılındaki benzer sorunları yaşıyor.
*Türkiye Giyim Sanayicileri Başkanı Ramazan Kaya; Bu sene ilk 6 ayda tekstil sektörünün ciro bazında yüzde 10, miktar bazında yüzde 15 daraldığını, istihdamın 150 bin kişi azaldığını ve geçen yılın stoklarının erimediğini açıkladı.
*İstanbul Hazır Giyim ve Konfeksiyon İhracatçıları Birliği Başkanı Mustafa Gültepe, tekstilde kapasite kullanım oranının yüzde 70’e düştüğünü söyledi. Gerekçe olarak da maliyet artışı ve talep düşüşünü gösterdi.
Tekstil sektörü ekonomide durgunluğun habercisidir. Tüketici dar zamanlarda önce modayı kısar. Dahası eskiler, ‘iş çarşafa dayandıysa kriz kaçınılmaz’ derdi.
Aslına bakarsak, Türkiye’de genelde yüzde 40 dolayında, ihracat mallarında en az yüzde 60 dolayında ithal girdi kullanılması zaten sürdürülemez.
AKP öncesi, Denizli ve Gaziantep, iplik ihracatçısı illerimizdi. Adana toprakları pamuk tarlalarından dolayı bembeyaz idi. Ama kontrolsüz sıcak para girişi nedeni ile TL 2007 yılında yüzde 28 daha değerli para oldu ve ithalat daha ucuza geldiği için, yerli fabrikalar kapandı, Türkiye pamuk ve iplik ithal etmeye başladı. Bugün tersine TL, aşırı değer kaybetti ve fakat bu defa da güven sorunu nedeni ile yerli ve yabancı sermaye yatırım yapmıyor.
Dün kriz teğet geçti diye yanlış yapıp önlem almayan hükümet, bugün de çözümü algı yaratmakla, uluslararası piyasalara gitmek veya IMF ile ucuz kredi anlaşması yapmak yerine BAE’den sukuk yoluyla borç almaya çalışmakla çözmeye çalışıyor.
Dahası ithal girdiyi içeride yapmak ve Çin ve Rusya’ya karşı yılda 80 milyar dolar olan dış ticaret açığını çözmek için adım atmıyor.
Eğer döviz bulamazsak, girdi ithal edemeyiz ve üretim daralır.
Öte yandan bu sene dünya ekonomisi de düşük büyüme yaşıyor. 2022 yılında dünya büyüme ortalaması 3,4 oldu. IMF, 2023’te yüzde 2,9 olacağını tahmin ediyor.
Çin, 2014 yılında yüzde 14,2, 2021 yılında yüzde 8,4 büyümüştü. Bu sene yüzde 4,5 büyüme bekleniyor.
Aslında dünyada 1980 sonrası başlayan küreselleşme politikaları bugün değişmek zorundadır. Dünyada genellikle 30-40 yıllık dönemlerde konjonktürel durgunluk yaşanmıştır. Dünyada serbest piyasa ekonomisi uygulayan ülkelerde, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra başlayan, önceleri yüksek büyüme ve istikrar getiren Keynesgil politikalar da, sonunda stagflasyon yaratmıştı. Bugün dünyada enflasyon var ve fakat 1980 öncesi kadar değil. Ama Ukrayna savaşının da etkisi ile durgunluğun daha da artacağı anlaşılıyor.
Türkiye’de ise bu defa maalesef durgunluğun krizi derinleştirme riski daha yüksektir. Çünkü ekonomik sorunlara siyasi sorunlar da eklenmiştir.
Siyasi iktidar, popülizmden vazgeçmiyor. Bunun için IMF’den daha yüksek ve ucuz kredi alma yoluna gitmedi. Zira IMF ön şart olarak popülist politikaların kaldırılmasını isterdi.
Ana muhalefet partisi, genel başkan sorunu yaşıyor. Demokratik ülkelerde 10 seçim kaybeden genel başkan ayrılır. Partiye yeni kan gelir. Ecevit ile böyle olmuştu.
İYİ Parti de parti içi sorunlardan, ülkenin ekonomik sorununu göremiyor.
Bütün bu partilerin hiçbirinde, bilinen sorunları daha heyecanlı söylemek dışında; Türkiye için ciddi bir çıkış yolu modeli üretilmedi.
İşin özü; eğer siyasi partiler popülizmden ve ben esaslı siyasetten vazgeçmezse, çözüm üretmezse, halk baskısı yaratamazsa, ekonomi alanında yüzyılın en büyük sorununu, yüksek enflasyon içinde yüksek daralma (stagflasyon) yaşayacağız.