Doğu Akdeniz'de tehlikeli gelişmeler!
PKK'yla "çözüm süreci", Ermenistan'la "Zürih Protokelleri"nin imzalanması, Kıbrıs'ta "Annan Planı", ABD ile "eğit-donat" projesi başarısızlıkla sonuçlandı.
"Çözümsüzlük çözüm değildir" sloganı, "bir adım önde olmak" jesti, "üç tarafı denizle dört tarafı düşmanla çevrili Türkiye" eleştirisi, "Baldıran zehri içeceğiz" kararlılığı sonuçta "değerli yalnızlık" üretti.
Sisi "Darbeci" olduğu ve Mursi'yi tutukladığı için Mısır'la, Beşşar Esat diktatör olduğu ve halkına zulmettiği için Suriye'yle, Nuri Maliki sünni lider Tarık el Haşimi'yi tutuklamak için iade edilmesini istediği için o dönemin Irak merkezi hükümetiyle Türkiye'deki iktidar köprüleri atmıştı.
Daha da önemlisi AK Parti iktidarı, Rusya'yla uçak düşürmeden S-400 ticaretine, ABD ile "eğit donat"tan F-35 tehdidine savrulan ilişkiler sistemi kurdu. Diğer yandan bir süre önce Suriye'deki Süleyman Şah türbesini kendi iradesiyle taşırken bir süre sonra Fırat Kalkanı ve Afrin harekâtıyla bölgeye müdahale etti. Sonunda doğru olanı yaptı.
Türkiye zorunlu olarak Suriye'de tarihi düşmanıyla dost, geleneksel müttefiklik ilişkisi olan ABD'yle de düşman bir strateji devreye soktu.
Doğu Akdeniz'de tehlikeli ittifak!
Geçtiğimiz yıl Kıbrıs Rum Kesimi'nin başkenti Lefkoşa'da yapılan "Dış Rumlar Konferansı"na katılan İsrail, Mısır ve Amerika Birleşik Devletleri'nin Rum Kesimi'ne akredite olan büyükelçileri, Türkiye hakkında sert mesajlar vermişti.
Toplantıda konuşan İsrail Büyükelçisi Aammy Ravel, Rumların tek taraflı doğalgaz aramasına tepki gösteren Türkiye'nin davranışlarını tahrik olarak nitelemiş, "Türk tehditleri nedeniyle İsrail'in askeri müdahalede bulunmak zorunda kalmamasını temenni ederim" ifadelerini kullanmıştı.
Mısır Büyükelçisi Mai Taha Muhammed de "gerekirse Türkiye'ye karşı askeri güç kullanmaktan çekinmeyecekleri" tehdidinde bulunmuştu.
ABD Büyükelçisi Cathleen Doherty ise 'Türkiye'nin Rumlara gösterdiği tavrın kabul edilemez' olduğunu belirtmişti.
Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Hami Aksoy bu konuşmalara karşı "Büyükelçilerin, Rum Yönetimi'nin Doğu Akdeniz'de tek taraflı olarak sürdüregeldiği hidrokarbon faaliyetleri konusundaki destek beyan eden ifadelerini yersiz buluyoruz. Sözkonusu ülkelerin temsilcilerine hadlerini aşmamalarını tavsiye ediyoruz." demişti.
Türkiye siyaseti o tarihten bu yana içine kapanarak kendi kendisiyle kavga ederken Rum kesimi ile Türkiye karşıtı ülkeler ilişkilerini kurumsallaştırmıştır.
ABD, Rahip Branson, Halk Bankası, F-35, S-400, YPG derken Türkiye'ye en büyük darbeyi Doğu Akdeniz'de vurmaya çalışıyor.
Serdar Turgut'un geçtiğimiz günlerde kaleme aldığı bir makalede ABD'nin Türkiye'yi Doğu Akdeniz'de nasıl bir oyun oynamaya hazırlandığını şöyle ifade etmişti: Amerikalı iki senatör Bob Menendez ve Marco Rubio'nun senatoya görüşülmesi için sunduğu yasa tasarısı Türkiye açısından vahimdi. Bu yasa tasarısının amacı Türkiye'yi Doğu Akdeniz'den silmektir.
Bu yasa tasarısıyla Amerika bölgede İsrail, Yunanistan ve Kıbrıs (Rum Kesimi) ile bir stratejik ortaklık oluşturuyor. Bu ülkeler gerekirse Mısır'ın desteğini de alarak Akdeniz'deki dev doğalgaz enerji alanlarına ve ülkelerin ulusal güvenliğine dışarıdan gelebilecek tehditlere karşı ortak hareket etmeyi taahhüt ediyorlar.
"Ortak hareket" kavramının içine askeri iş birliği de konuluyor. Bu bağlamda hem Yunanistan hem de Kıbrıs Rum Kesimi ABD'ye silah, askeri gemi ve asker konuşlandırması için yeni imkanlar açıyor.
Dışardan gelebilecek tehditlerin tanımlandığı bölümde ise ilk önce terör örgütleri belirtiliyor ve sonra da eğer Rusya'dan S-400'leri aldığı takdirde Türkiye'ye de böyle bakılacağının işareti verilmiş oluyor. Türkiye'ye bu durumda yeni yaptırımlar uygulanacağı da tekrarlanmış.
Türkiye'ye karşı niyetleri kötü, bu tasarının hemen her cümlesinden buram buram kötü kokular yükseliyor.
AK Parti iktidarının dış politikada dene/yanıl, yap/boz usulüyle bir dost bir düşman politikasını bir kenara bırakarak Türkiye'nin uzun vadeli çıkarlarına odaklanması şarttır.