Dış politikada dikkat çeken konular
Birinci konu, KKTC Cumhurbaşkanının Türkiye ziyaretidir. Geçen hafta Kıbrıs konusunun, KKTC’den daha fazla Türkiye’yi ilgilendirdiğine dikkat çekmiştim. Kıbrıs’ın Türkiye için tarihi miras, güvenlik ve güvenirlik konusu olduğunu söylemiştim. Kıbrıs’ın; Ada’daki Türkler için, siyasi haklara sahip, güven içerisinde, hür ve egemen olarak varlıklarını devam ettirebilecekleri bir vatana sahip olunması, Türkiye için de ulusal güvenliğinin tehdit edilmesine ve Doğu Akdeniz’deki etki alanının kısıtlanmasına engel olunması ve milli menfaatlerinin korunması meselesi olduğuna değinmiştim. Ayrıca Kıbrıs konusunun 1974’te çözüldüğünü, 1983’te de bittiğini açıklamış ve ortada müzakere edecek bir durum olmadığı bilinciyle hareket edilmesi gerektiği üzerinde durmuştum.
KKTC Cumhurbaşkanı’nın Türkiye’deki görüşmelerden sonra yapılan ortak basın toplantısında Cumhurbaşkanı Erdoğan; Kuzey Kıbrıs’ta birlik ve beraberliğin kazandığını, her türlü iyi niyetli çabaya destek verileceğini, sadece Türk tarafının özverisiyle sonuç alınamayacağını, Rum tarafının da samimi çaba göstermesi gerektiğini, böyle olursa 2015’in çözüm yılı olacağını belirtmiştir. Adil ve kalıcı çözümün bütün tarafların çıkarına olduğunu açıklamıştır. KKTC Cumhurbaşkanı da; Kıbrıs sorununda önemli bir eşiğe geldiklerini, müzakere sürecini başarıya ulaştırmak için uğraşacaklarını, çözümün de ortak akılla olacağını söylemiştir.
Bu açıklamalarla, Türk tarafının müzakerelerden kaçan taraf olmayacağının, ancak çözümün de tarafların karşılıklı çabaları ve mutabakatıyla sonuca ulaşabileceğinin mesajları verilmiştir.
Burada eksik olan husus, çözüme ihtiyacı olanın Türk tarafı olmadığının belirtilmemesidir. Bağımsızlığın güçlendirileceğinin açıklanmamasıdır. KKTC yerine Kuzey Kıbrıs ifadesinin kullanılmasıdır. Kuzey Kıbrıs olunca, Güney Kıbrıs da olur. Bu da, federal bir çözümü ve tarafların Birleşik Kıbrıs Devleti’nin federasyonları olmasını çağrıştırır. Bu durum Akıncının savunduğu tezdir. Açıklama, Türkiye’nin de bu tezi kabullendiği anlamına gelir. Bu durum, hem Türk hükümetinin, hem de Akıncı’nın 2004 yılında Annan Planı’nın kabulü yönünde gösterdiği çabadaki ortaklık da dikkate alındığında, bu yeni dönemde ulusal çıkarlarımızın muhafazasında sıkıntı yaşanabileceği kaygısı yaratmaktadır. Aslında artık, KKTC yerine KTC (Kıbrıs Türk Cumhuriyeti) ismi daha yerinde olacaktır.
* * *
İkinci önemli gelişme, Amerika’nın Ankara Büyükelçisi’nin, Diplomasi Muhabirleri Derneği’ndeki basın toplantısında “Çözüm sürecini destekliyoruz. Biz bu sürecin çatışmaya dönüşmesini istemiyoruz” demesidir. Uluslararası ilişkilerde ülkelerin egemenliğine ve bağımsızlığına karşılıklı saygı esastır. Türkiye terörle ne şekilde mücadele edeceğine, teröre nasıl çözüm bulacağına kendisi karar verir. Bu şekilde bir açıklama PKK sorununun uluslararası bir boyut kazanmasına sebep olabilir.
Büyükelçinin çözüm sürecinin çatışmaya dönüşmesi riskinden söz etmesi de tehlikelidir. Bunun anlamı, terör örgütüyle müzakere yoluyla bir çözüm bulunamadığı takdirde PKK’nın silahlı çatışma yoluyla çözüme yönelmesidir. Amerika’nın kendine yönelik terör sorununun çözümünde müzakere yöntemini kullanmadığı açıktır. Burada beklenen, terör örgütüne, kayıtsız şartsız silahları bırakarak teröre son vermesi için çağrıda bulunmaktır.
Bu durum, çözüm sürecinin ithal bir düşünce olduğunu bir kere daha ortaya koymaktadır. Büyükelçinin sözleri, Amerika’nın bölgesel çıkarları açısından nasıl bir beklenti içinde olduğunun da işaretidir. Çözüm sürecinde takip edilen yolun, Türkiye’nin bütünlüğünü ve güvenliğini ne derece tehlikeye attığı da açıkça görülmektedir.
* * *
Üçüncü konu da Avrupa Komisyonu Başkanı’nın ortaya attığı ’Avrupa Ordusu’dur. Bunun için çeşitli sebepler ortaya konmasına rağmen esas konunun, NATO üzerinden Avrupa üzerindeki ABD baskısının azaltılması olduğu anlaşılmaktadır. Bu ordunun kurulması, AB’nin siyasi birliğini tam olarak oluşturamaması ve ortak bir dış politika yaratamamasından dolayı yakın bir gelecekte zor görünmektedir.
Türkiye’nin AB Bakanı da, Avrupa Ordusu kurulmasının o kadar kolay olmadığını vurgulamış ve “Ben, Türkiye üye olsaydı, bu 60 bin kişilik orduyu Türkiye sağlardı diye bir süredir söylüyorum. Türkiye ile AB ilişkilerinde önemli katkı sağlayabilecek boyutlardan bir tanesi de bu alandır” diye konuşmuştur. Bu ifadenin ne kadar doğru olduğunu takdirlerinize sunarım. İfadenin Soros tarafından ortaya atılan “Türkiye’nin en iyi ihraç ürünü ordusudur” yaklaşımını çağrıştırdığını da hatırlatırım.