Devlet yönetiminde 1808 öncesine dönüş!
Türkiye'de ilk kez Padişah yetkilerini ayanlarla tartışma 1808'de Sened-i İttifak ile açılmıştı. 3 Kasım 1839'da Tanzimat Fermanı'yla daha önce ağzından çıkanın kanun sayıldığı mutlak hükümdar en yakınlarından gelen baskılar üzerine reform yapılmasını kabul etmiş, kendisine sunulan metni büyük bir törenle dünya âleme ilan ettirmişti.
Bir usulü cedit hikâyesi!
1856 yılında ise Islahat Fermanı, Osmanlı tebaası içerisinde yaşayan gayrimüslimlere yönelik bir takım hakların verilmesini içermektedir. Fransız İhtilali'nin yaymış olduğu milliyetçilik akımlarından etkilenerek Balkanlar'da isyan çıkarmakta olan azınlıkları ülkeye bağlamayı amaçlamaktadır ve amaçlanan hedeflerden biri de Avrupalı devletlerin bunları bahane ederek Osmanlı Devleti'nin iç işlerine karışmasını önlemekti.
23 Aralık 1876'da 1. Meşrutiyet ilan edildi. Kanuni esasi yürürlüğe kondu. Padişah'ın mutlak olan yetkileri anayasa ile sınırlandırıldı ve yasama-denetleme faaliyetlerini yapmak üzere iki meclisli (Meclis-i Umumi ve Âyan Meclisi) bir parlamenter sistemin kurulduğu yeni sisteme -Meşrutiyet'e- geçildi.
23 Temmuz 1908'de 31 Mart vakasının ardından Hürriyet Taburları harekete geçmiş Padişahtan Kanunu Esasi'nin uygulanmasını istemişlerdir. Padişah Kanunu Esasi'yi yeniden yürürlüğe koymuş ve II. Meşrutiyet'i ilân etmiştir.
Türkiye Cumhuriyeti devleti kurulunca 1921/1924/1961 ve 1982 anayasaları yürürlüğe girmiştir.
2018 yılında getirilen "Cumhurbaşkanı Hükümet Sistemi" yeni anayasanın öngördüğü biçimde yürürlüğe girmiştir. Mutlak yetkili Cumhurbaşkanı aynı zamanda AKP'nin de genel başkanıdır, yemin ederek görevine başlamıştır.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti kuruluştan başlayarak 1950 yılına kadar tek partili sisteme, 1950'den sonra da çok partili sisteme geçmiş olan Türkiye Cumhuriyeti 9 Temmuz 2018 tarihi itibarıyla üçüncü dönem olarak nitelendirilebilecek olan "Cumhurbaşkanı Hükümet Sistemi"ne geçmiş bulunmaktadır.
Aranan "yeni sistem" eskilerin "usulü cedid" dedikleri yeniliklerdir.
Sistemler neyi getirmiştir?
Yedi padişah döneminde kadılık yapmış olan bir bilge yaşadığı dönemlerin özelliklerini şöyle anlatır: "Her devrenin ahval ve hadisatına atfı-ı nazar-ı dikkat ettiğimde şu zübde-i hülasayı buldum ki, devr-i Mahmudi'de zulm içinde adl var idi. Devri Mecidi de Tanzimat Fermanıyla zulüm ve adl ayrılıp vükela ve mütegallibe üzerlerinden müsadere ve siyaseten idam âdeti kalkınca her iş dünyeviye ve uhreviyeyi hiç nazara almaksızın hemen irad ve akar sahibi olmayı takip eder oldu. Devr-i Azizi de dahi Islahat ve Adalet Fermanlarıyla adl zarf ve zulüm mazruf haline girdi. Bakalım bu yeni padişahımız Abdülhamid-i Sani devrinde millete bahşettiği Kanun-i Esasi ile ne göreceğiz?"
2. Abdülhamit'in 33 yıllık dönemi Birinci Meşrutiyetle başlamış, 2. Meşrutiyet'le de sona ermiştir. İstibdat, jurnal, Yıldız kavramları o dönemden bugüne kalmıştır.
Demek ki şaşaa ile sunulan "usulü cedid"ler amaçlanan sonuçları vermiyor.
Süreç içinde getirilen her sistem bir öncekine rahmet okutmuştur. Halk tabiriyle gelen gideni aratmıştır.
Bir defa Osmanlı devrinde getirilen yenilikler devletin yıkılmasını, Cumhuriyet döneminde ise demokrasinin yerleşmesini sağlayamamıştır.
Cumhuriyet'le olgunlaşan yaklaşık 200 yıla yakın 'parlamenter' sistemin cumhur sisteminde de parlamento varlığını sürdürdüğü, ancak devlete ait bütün yetkilerin mutlaklaştırılmış bir başkan tarafından kullanıldığı yeni sisteme dönüştüğü bir gerçektir.
Bu bir yönden 1808 öncesine dönüştür.
Bu yeni denemenin ne getirip ne götüreceğini ömrü olanlar yaşayıp görecektir.
İki yüz yıllık parlamenter sistemi reddi miras edenlerin cumhur sistemini neyin üzerine kuracakları da merak konusudur.
Diğer yandan Türkiye Cumhuriyetinin devlet başkanı bundan böyle aynı zamanda yürütmenin başı ve AKP'nin de genel başkanıdır.
Partili bir cumhurbaşkanının partisizler tarafından nasıl algılanacağı da dikkate alınması gereken diğer bir husustur.