Demokrat Parti ruhu muhalefete sirayet etti!
Bugün “Demokrat Parti’nin devamıyız” diyen zihniyetin hakim olduğu bir atmosferde yaşıyoruz ve bu atmosferde hemen hemen her gün bir ilimizden Atatürk’ün büstüne saldırı haberi gelirken sosyal medyada da Atatürk’ün aziz hatırasına alçakça hakaretler edilirken iftiralar da havada uçuşuyor!
Peki AKP döneminde saldırılar bu durumdayken Demokrat Parti döneminde nasıldı dersiniz!
Demokrat Parti hangi uygulamalarıyla bu güruhu cesaretlendirdi?
Gelin hep beraber o döneme gidip bakalım!
Demokrat Parti kuruluş aşamasından itibaren gerek parti bünyesinde gerekse onu destekleyen halk kitleleri içinde CHP karşıtlarını barındırdığı kadar Cumhuriyet ve Cumhuriyet değerlerine de karşı olan bir kesimi de barındırıyordu!
Bu kesim, Demokrat Parti’den Arapça ezan yasağının kaldırılması, şapka yerine fes’in geri getirilmesi, Latin harfleri yerine tekrar Arap harflerinin kullanılmaya başlanması ve kadınlar için çarşaf vb. isteklerde bulundu.
Demokrat yöneticiler bu taleplere karşı daha dikkatli bir şekilde kapalı kapılar ardında, birtakım partililer ise açık bir şekilde destek verdi!
Demokrat Parti’nin 1950 yılında iktidara gelmesinin ardından ise bu kesim partiden verilen sözlerin yerine getirilmesini ve taleplerinin karşılanmasını beklemeye koyuldu.
DP’nin ise bu konudaki ilk adımı Türkçeleştirilen ezanın tekrar Arapçalaştırılmasını içeren kanun teklifini Meclis’e vermek oldu.
Gazetelerin de olaya dahil olmasıyla beraber kamuoyundaki bu tartışmalar eşliğinde DP, meclise bu konuyla ilgili bir tasarı getirdi ve 1932 yılında millileşme hamleleri kapsamında Türkçeleştirilen ve Türkçe olarak okunan ezan Meclis’teki oylama sonucunda Arapçalaştırıldı ve ezanın Arapça okunmasına karar verildi.
Bu kararın alınmasının üzerinden bir ay geçmeden başka bir karar ile Ankara radyosunda haftada üç gün Kuran okunması sağlandı.
Bu gelişmelerle seçim vaatlerinin gerçekleştiğini gören DP’liler, DP’nin Konya Kadınhan Kongresi’nde diğer talepleri olan fes, Arapça harfler ve çarşafı hükümete hatırlattı ve bu isteklerin de yerine getirilmesini talep etti Ayrıca aynı dönemde Ticanilerin Atatürk büstlerine saldırılarında da bir artış yaşandı!
Atatürk büstlerine yapılan saldırıları engellemek isteyen iktidar bunu, 1951 yılında çıkardığı Atatürk’ü koruma kanunu ile yapmak istedi.
Ancak ne irticai faaliyetlerin ne isteklerin nede Atatürk büstlerine saldırıların önüne geçilemedi, hatta bu durum daha sonraki zamanlarda Atatürk aleyhinde kullanılan başka bir saldırı aracı haline geldi.
Eylül 1952’deki DP Ankara İl Kongresi’nde ise, ihtiyacı olanlar dışında kadın memur çalıştırılmaması, Ankara Milletvekili Ömer Bilen’in Pazar günleri Hacı Bayram camisinde verdiği vaazın radyo ile yayınlanması, köy okullarına din derslerinin konulması, radyoda dini konuşmalar yapılması ve Ayasofya’nın cami haline getirilmesi talepleri dile getirildi.
Bu yaşananlar karşısında muhalefet partisi CHP sert açıklamalarda bulunurken, bu faaliyetleri ve talepleri eleştirenler hedef haline geldi.
Kasım 1951’de Vatan gazetesi başyazarı Ahmet Emin Yalman, Malatya’da bir suikasta uğradı ve şans eseri bu suikasttan yaralı olarak kurtuldu.
Olayın faali olarak yakalanan Hüseyin Üzmez adlı genç ifadesinde, karakterini ve yazılarını sevmediği Ahmet Emin Yalman’ı maddi ve manevi tesirleri altında bulunduğu adamlardan aldığı emir üzerine vurduğunu ve bunun için 120 lira aldığını söyledi.
Suikastla ilgili Ordu Cumhuriyet eski savcısı ve olayın yaşandığı dönemde Vatan gazetesinin avukatı olan Mehmet Ali Sebük şunları söyledi:
“Yalman Menderes aleyhinde yazmaya başlayınca Necip Fazıl’ı Ankara’ya çağırdılar. Hukuk dışı bir davranışa sokmak istediler. Gözümün önünde Samet Ağaoğlu, ona 170 bin lira verdi. Daha sonra Büyük Doğu’da Ahmet Emin dinsizdir, imansızdır diye kampanya başladı. Yaza, yaza Malatya suikastını yarattılar. Ahmet Emin beş kurşun yedi, tesadüfen kurtuldu. Menderes’in haberi vardı”.
Yaşanan bu son olay ile gerek CHP’nin gerekse DP içindeki irtica karşıtı kesimin sesini fazla yükseltmesi üzerine hükümet irtica faaliyetleri ile ilgili tedbirler almak zorunda kaldı.
Samsun Milletvekili Fehmi Ustaoğlu, DP’den ihraç edildi, Said-i Nursi aleyhinde Samsun ağır ceza mahkemesinde dava açıldı, milliyetçiler derneği kapatıldı, Necip Fazıl’ın muavini tutuklandı, Necip Fazıl da Malatya’ya gönderildi.
Ayrıca siyasi amaçlarla dini istismar etmekle suçlanan Büyükdoğu, Sebilürreşat ve İslamiyet gibi gerici ve dinci yayınlar hakkında soruşturmalar açıldı. İrticai faaliyetlere zemin hazırladığı iddia edilen Millet Partisi kapatıldı.
Demokrat Parti dönemi de aynı bugünkü gibi önce irticai faaliyetlerin önünü açtı, sonra “mücadele ediyormuş” gibi yaptı!
Tıpkısının aynısı Türkiye’de siyaset, Atatürk ve cumhuriyet karşıtlarına meydan vere vere 78 yılı geride bıraktı!
Bugün bakıyoruz CHP aynı bu güruha göz kırpa kırpa iktidara yürümeye çalışıyor!
Tarikatlarla açıktan savaşmıyorlar, Türkiye Cumhuriyeti düşmanı partilerin milletvekilleriyle görüşüyorlar, sanatçı adı altında “Kürdistan” propagandası yapanların ellerini öpüyorlar!
Bu milletin sırtına yapışmış kanını emen iş adamlarına ihaleler vermeye devam ediyorlar!
“Devr-i sabık yaratmayacağız” mantığıyla yanaşıyorlar bu kitlelere!
“İktidar olalım da gerisi önemsiz” kafasındalar.
Diğer muhalefet partilerinin çoğu da bu CHP ile aynı kafada!
Oysaki iktidar olmak kadar o iktidara nasıl gelindiği de önemli!
Bakın DP’yi 1946 ve 1950’de destekleyen kitleye.
Oy verdiler, desteklediler, sonrasında da vaatlerin yerine gelmesini beklediler!
“Siz hiç düşünüp ders almaz mısınız?”