Demokrasi ve Milli Birlik Mücadelesi

12 Haziran 2011’de gerçekleşecek seçimlerde Türk milliyetçileri açısından iktidar partisine ve CHP’ye karşı sürdürülecek olan mücadelenin özünü demokrasinin yeniden tesisi ve milli birliğin savunulması oluşturmaktadır. Bu seçim bir kader seçimidir. Bir Türk milliyetçisini tarih bugüne kadar yaptıklarından daha çok 12 Haziran 2011 seçimleri öncesi/sırasında nerede durduğu ile yargılayacaktır.
AKP iktidarı sahte demokrasi söylemleri ile aşamalı olarak demokratik düzenin altyapısını tasfiye etmektedir. AKP’nin hedeflediği düzen göstermelik demokratik seçimlerin yapıldığı ancak muhalefetin seçilme şansının hiç olmadığı bir sistem kurarak gelecek on yıllarda AKP iktidarını başkanlık sistemi ve etnik merkezli federal düzen çerçevesinde devam ettirmektir. Seçmenin önemli bir bölümü tarihin gördüğü en kapsamlı sosyal mühendislik ve algı yönetimi projelerinden birisi ile gerçeklerden uzaklaştırılmakta, sahte bir Türkiye algısına sürüklenmekte ve/veya devlet kaynakları AKP için kullanılarak oylarını satmaya zorlanmaktadır. Sonuç itibarı ile 2007 seçimi, 2009 mahalli seçimleri ve nihayet referandum sürecinde ortaya çıkan husus Türkiye’de bir yanda muhalefetin öte yanda devlet partisi AKP’nin olduğudur.
2011 seçimlerinde bir tarafta devlet partisi AKP ve yedek lastiği CHP diğer tarafta ise gerçekten ve gerçek demokrasi ve milli birliği savunan Türk milliyetçileri ve stratejik rezervlerini, tarihsel birikimini, biyolojik ülkücü oyları ve özellikle Güneydoğu Anadolu’da uyuyan oylarını sahaya sürme hazırlığı içinde olan MHP olacaktır. MHP neden demokrasi mücadelesi vermek zorundadır? Çünkü, Türkiye, AKP tarafından AB’nin çifte standarda, siyasal ahlaksızlığa ve Türk milletinin Anadolu’dan tasfiyesi politikası olan “Doğu Sorununa” dayanan politikaları gerekçe gösterilerek sözde demokratikleşme adı altında lime lime edilmekte, etnik fay hatlarına bölünmektedir. Etnik demokratikleşmenin mutluluk ve huzur getirdiği hiçbir ülke yoktur. Türkiye’de “Kürt Açılımı” adı altında bir felakete doğru sürüklenmektedir.
AKP, etnik demokratikleşme ile ABD ve AB’nin taleplerini karşılarken öte yandan gelecek on yıllarda da iktidarını güvence altına alabilmek için siyaset biliminde hakim parti sistemi denilen model ile hegemonyacı parti sistemi denilen model arasında bir yeni model oluşturmaktadır. Hakim parti sisteminde birden çok parti vardır. Seçimler ise görünürde demokratik olmak ile beraber muhalefet partilerinin iktidardaki hakim partiyi alt etmesi pratikte iktidar partisinin kullandığı devlet imkanlarından dolayı pek mümkün olmamaktadır. Bu sistemde bir ölçüde demokratik muhalefet söz konusudur. Hindistan’da Kongre Partisi, 1949-1977 arasında böyle bir konuma sahip olmuştur. Japonya’da ise Liberal Demokrat Parti 40 sene tek başına iktidarda kalmıştır.
Hegemonyacı parti sisteminde ise muhalefetin teorik olarak bile eşit şartlar içinde iktidar partisi ile yarışması mümkün değildir. Devletin kaynakları, basın-yayın kuruluşları iktidar partisinin denetimi altındadır. Hegemonyacı parti muhalefet partileri üzerinde uyguladığı baskı ile muhalefet partilerini uydulaştırır ve kendi eksenine çeker. (CHP bugün, sözde daha geniş kitlelere açılma adına ideolojik-politik uydulaşma sürecini yaşamaktadır. Ayni süreç ise MHP’de bağımsız ülkücüler projesi ile gerçekleştirilmeye çalışılmaktadır.) Hegemonyacı parti sisteminde sistem değişmediği sürece iktidar el değiştirmez. Türkiye bu iki sistemin karmasının kurulduğu bir dönemi yaşamaktadır.
AKP, polis devleti yöntemleri ile önce parlamento dışı muhalefete yönelik ağır bir baskı oluşturmuştur. Sonra bu baskı sistemi bütün muhalefet ve topluma taşınmıştır. Toplum dinlenir, izlenir ve tehdit edilir olmuştur. Basın-yayın AKP’ye direndiği noktada değişik yöntemlerle ezilmiştir. Demokratik düzenin olmaz ise olmazı olan yasama-yürütme ve yargı arasındaki kuvvetler ayrılığı, 1946 seçimlerine benzer yöntemlerle gerçekleştirilen referandum sonrasında kuvvetler birliğine dönüştürülmüştür. AKP liderlerinin dilindeki “demokrasi” söyleminin komünist liderlerin “halk demokrasisi” söyleminden sonuçları açısından bir farkı olmadığı ortaya çıkmıştır.
Ulaşılan noktada Türk milliyetçileri gerçek demokrasi ve milli birliği tesis etmek görevi ile karşı karşıyadır. Türk milliyetçilerinin ne CHP/asker/sivil bürokrasinin çarpık, gayri milli ve halktan kopuk demokrasi algısına ne de AKP’nin anti demokratik/etnikçi sahte demokrasi projesine tahammülü vardır. Türk milliyetçileri için demokrasi varoluşlarının bir parçasıdır. Çünkü milliyetçilik milletin kendi kendisini yönetme hakkına dayanır. Bu sadece milletin bir yabancı gücün denetiminden bağımsız olması anlamına gelmez ayni zamanda içerde de herhangi bir tahakkümden azade olmasıdır. 12 Haziran 2011 bu iki sahte, yıkıcı ve dış kaynaklı demokrasi projesine dur demek ve örselen milli birliğimizi onarmak için son demokrasi şansıdır.

Yazarın Diğer Yazıları