Davutoğlu “Süleyman Şah” için ne demişti!
Gerçekten de; Kırım, Kerkük, Irak’ın Kuzeyi’nin yanı sıra Kıbrıs üzerindeki haklarımızı teker teker kaybederken, bu sefer Suriye’de bulunan, “manevi” değeri büyük son Türk toprağını da koruyamamak, içine düşülen acı durumun “trajik” bir fotoğrafı oluyor.
Dış politikadaki; yanlış ve beceriksiz tutumdan ötürü, Türkiye’nin sınırları dışında kalan son toprak parçasını bile, hem de teröristlere terk etmesi, her şeyden önce baştakilere “utanç” yüklüyor.
Süleyman Şah’ın Türbesi’nin, adeta kaçırılması, Türk halkının büyük çoğunluğunu tedirgin etmeye devam ediyor.
Üstelik bu hezimetin, “zafer” gibi gösterilmesi de, asla kabul edilemiyor.
Tabii ki; dirayetsiz politikacıların emriyle, hareketi gerçekleştiren şanlı ordumuza söylenecek söz bulunamıyor.
Ne var ki, “Serok Ahmet” in bir yıl kadar önce söyledikleri ve şimdiki “kıvırması” insanı çileden çıkarmaya yetiyor.
Davutoğlu, Dışişleri Bakanı iken, Süleyman Şah Türbesi için yaptığı açıklamada; “Uluslararası kurallar gereği Türkiye toprağı. Her türlü tedbiri alma hakkımız var. Oraya dönük olarak ister rejimden, ister radikal gruplardan, ister başka bir yerden gelebilecek her türlü saldırı aynıyla mukabele görür ve o vatan toprağının savunması konusunda da Türkiye hiçbir tereddüt göstermeden her türlü tedbiri alır” diye “hamasi” cümleler sarf etmek zorunluluğunu duymuşsa da, Başbakan iken sadece Süleyman Şah’ın kemiklerini kaçırmak mecburiyetinde kalması, ne yazık ki her şeyi anlatıyor.
Tarihe bir bakış
Süleyman Şah’ın, Ertuğrul Gazi’nin babası, Osman Gazi’nin dedesi olduğu biliniyor.
Süleyman Şah 1227 yılında Fırat Nehri’nin karşı kıyısına geçmeye çalışırken muhafızları ile birlikte Fırat sularında boğulur.
Süleyman Şah’ın naaşı ve iki askeri Caber Kalesi eteklerine bir kümbete defnediliyor.
Osmanlı İmparatorluğu döneminde imparatorluk sınırları içerisinde olan mezarın bulunduğu yere bir türbe yapılarak buraya “Türk Mezarı” adı veriliyor.
Türbe ve Caber Kalesi, Osmanlı İmparatorluğu yıkılınca Fransız-Suriye Mandası sınırları içerisinde kalıyor.
20 Ekim 1921’de Türkiye ile Fransa hükûmetleri arasında imzalanan Ankara Antlaşması’nın 9. maddesi ve 24 Temmuz 1923 Lozan Antlaşması’nın 3. maddesi gereğince Caber Kalesi ve Türbe, müştemilâtı ile berâber Türkiye Ankara Hükümeti ile Fransa’nın 20 Ekim 1921’de imzaladıkları ve Caber Kalesi ile Türbenin Türk toprağı olmasını öngören Ankara Antlaşması’nın görüşmeleri devam ederken son Halife II. Abdülmecid, TBMM’ye gönderdiği bir mektupta kendisinin ve Osmanlı Hanedanı’nın “atası” olan Süleyman Şah’ın mezarı konusunda Meclis’in gösterdiği alakaya teşekkürlerini sunuyor.
IŞİD bütün türbeleri yıkıyor!
Suriye hükûmeti, Fırat Nehri üzerinde 1968 tarihinde başlattığı Tabka Barajı’nın 1973 yılında tamamlanacağını, Caber Kalesi ve Süleyman Şah’ın Türbesi’nin tamamen sular altında kalacağını ileri sürerek Türk Hükûmeti’nden Türbe’nin yerini değiştirmesini ya da Türbe’nin Türkiye’ye naklini talep eden nota gönderiyor.
1973 yılında türbe ve karakol, Halep’e 123, Şanlıurfa’ya 92 km uzaklıktaki Fırat’ın doğu kıyısındaki Karakozak köyündeki 10.096 metrekarelik yeni yerine taşınıyor.
Böylesine bir konumda ki Türk toprağı, Süleyman Şah Türbesi’nin “Irak Şam İslam Devleti” namı altındaki bir silahlı grubun kontrolüne girmesi, Türkiye Cumhuriyeti’ne yakışmıyor.
Bu arada, istila ettiği topraklardaki bütün türbeleri yerle bir eden IŞİD’in vuku bulmuş veya muhtemel bir yıkımına karşılık, Süleyman Şah Türbesi’nin Davutoğlu’nun emriyle yerle bir edilmesi açıklaması da, hem teessür, hem de büyük kuşku yaratıyor.
Her ne kadar, sınırımıza 200 metre kadar uzaklıkta, tapulu olduğu söylenen bir arsaya el konularak yeni türbe yapma girişimi hızlı bir şekilde yürütülüyorsa da, bu hiçbir zaman Türk halkının “manevi” , “milli” ve “hamaset” duygularının isyanını bastıramıyor.