Dağdaki çoban ile Aysun Kayacı!

Aslında Aysun Kayacı’dan önce 32’nci Gün programında bir üniversite öğrencisi, “Dağdaki çobanla benim oyum niye eşit?” anlamına gelen bir söz söylemişti. Bu sözü hukuk öğrencileri yanlış bulmuş, öğrenci geri adım atmış, tartışma da büyütülmemişti.
Sözü söyleyen öğrenci erkekti. AKP Genel Başkan Yardımcısı Dengir Mir Mehmet Fırat, o öğrenci için “Terbiyesiz civciv” filan demedi. Kimse üzerinde bile durmadı. Üstelik siyasi bir programdı.
NTV’de yayınlanan “Haydi Gel Bizimle Ol” programının geçen haftaki bölümünde, “Ama şu an sizin şikâyet ettiğiniz şey, ayak takımının iktidara getirdiği partiden şikayet etmiyor musunuz?” ifadesini kullanan Aysun Kayacı, daha sonra da “Dağdaki çobanla benim oyum eşit mesela. Niye?” deyince, konu Dengir Mir Mehmet Fırat sayesinde Türkiye’nin gündemine oturdu. Aysun Kayacı’nın mankenliğinden yola çıkarak kendisine hakaretler edildi, hakkında 301’inci maddeden soruşturma açılması için şikâyette bile bulunuldu. Çobanlarla röportajlar yapıldı. Aynı şekilde, “Adıyaman’da hâlâ mağarada yaşayanlar var” sözü üzerine Müjde Ar hakkında da soruşturma istendi!

***

Ben bu tartışmaya girecek değildim. Fakat konu magazin boyutundan çıktı. Neredeyse kapatma davasının önüne geçti! Dolayısıyla, yüzde 47 oy alan AKP kurucularının bu meselede gerçekte ne düşündüğünü hatırlatmak şart oldu.
Hatırlatmayı Cazim Gürbüz yapıyor:
Hani Avustralya’da bir trafik kazası süsüyle öldürülen İskenderpaşa cemaati şeyhi Prof. Dr. Esat Coşan vardı. Coşan, Nakşibendi şeyhi Mehmet Zahit Kotku’nun damadı ve halefiydi. Necmettin Erbakan, Turgut Özal, Korkut Özal, Recai Kutan, Bülent Arınç, Abdulkadir Aksu, Mehmet Ali Şahin, Necati Çetinkaya gibi politikacılar hep bu cemaate bağlı idiler. Abdullah Gül’ün hocası ve hamisi Sabahattin Zaim de altı yıldır Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı olan Tayyip Erdoğan da İskenderpaşa cemaatinin müridi idi. Hükümet üyelerinin yarısından çoğu da Nakşi. Sağlık Bakanı Recep Akdağ gibi.
Ayrıca Barzani ailesi de, 1925 ayaklanmasının lideri Şeyh Sait de Nakşibendidir.
Esat Coşan Hoca, Vahdet adlı gazetenin 27 Şubat-5 Mart ve 5-11 Mart 1989 tarihli sayılarında bir İslami Şûra kurulmasının Allah’ın emri olduğunu ifade ettikten sonra şöyle yazmıştı:
“Sıradan insanların şûraya girmesi düşünülemez. Şûra, şahadeti geçerli ilim ve takva sahiplerinin yeridir. Kuru kalabalıkların yeri değildir. Nitekim Hıristiyanlar, İznik Könsülü’nde bunu yaşadılar. İşi parmak hesabına döküp dinlerini daha da parçaladılar. Demokrasi de öyle değil mi? On tane kalitesiz adam parmak kaldırıp ’kabul’, bir tane kaliteli insan da kalkıp ’ret’diyor ama çoğunluk öyle istediğinden, hakikat, katledip, yanlış hükmeden hâkim oluyor.”
Şimdi Dengir Mir Mehmet Fırat, kime demokrasi dersi veriyor. Esat Hoca’nın müridi olan arkadaşlarına mı yoksa Aysun Kayacı’ya mı?
Esat Hoca, gerçi Ahmet Yesevi çizgisini savunurdu. Yesevi hakkında kitabı da vardır. Yani, Türklük konusunda hassastı. Anlaşılıyor ki müridleri milliyetçilik ve Şûra anlayışı konusunda da onun izinden gitmiyor.
Ya kimin izinden gidiyorlar? Nakşilerin Halidi kolunu takip ediyorlar. Faik Bulut’a göre bugünkü tarikat-siyaset-ticaret üçgeninin temelleri onun zamanında atılmış.

***

Bütün bunlar bir tarafa, Dengir Mir Mehmet Fırat ve arkadaşları, Kur’andaki “Hiç bilenle bilmeyen bir olur mu?” ayetini de mi unuttu?
Tabii bilenin kim olduğu ayrı bir konu!
Söz bu Meclis’ten ve adı geçenlerden dışarı; “Tahsil cehaleti alır ama eşeklik baki kalır!”
Bakarsınız, dağdaki çoban, bir üniversite mezunundan daha aydın bir insandır!
Benim bir akrabam var. Okudu, mühendis oldu. Fakat aniden her şeyden vazgeçti. Birkaç sığır aldı, şimdi bizim yaylalarda çobanlık yapıyor!
Ayrıca, bilmek, bilmemek sadece tahsil ile ilgili değil. Bir de arif olmak var!

Yazarın Diğer Yazıları