Cumhurbaşkanlığı Sistemi'ni savunmak!
Türkiye Cumhuriyeti, Selçuklu ve Osmanlı devletinin yirminci yüzyıldaki devamıdır. Devletin rejimi sultanlıktan/padişahlıktan (mutlak monarşiden) 29 Ekim 1923''te Cumhuriyete değiştirilmiştir. Sistemin değişmesiyle zihniyetin değişmesi, rejimin değişmesiyle kültürün değişmesi aynı hızda olmuyor. Rejim hem resmen yasa/yapı üzerinde hem de fiilen zihin/kültür üzerinde değiştiğinde sistem oturur. Zihin/kültür geçmişte rejim/sistem ise hâl ya da gelecekteyse orada yeni sistemin oturması yıllar alır. Bazen de bugün karşılaşılan sorunlardan rejimin değişmesi sorumlu tutularak yeni rejim eski zihniyetle yürütülmeye çalışılabilir. Türkiye''de bugün yaşananlar bundan ibarettir.
Eski sistemin zihniyeti!
Çeşitli konularda düşüncelerinin ne olduğunu soran padişaha kendisinin hiçbir şey, padişahın her şey olduğunu söyleyenler:
Sultan I. Murad (14. Yüzyıl) bir konuda Evranos Bey''den fikrini sorunca Bey şu cevabı verir: "Fikir Sultanımındır. Bizim gibi kişinin fikri ne ola?"
Sultan II. Mehmed (15. Yüzyıl) "ray u tedbirin" nedir? diye sorunca Sadrazam Mahmud Paşa''nın cevabı şöyledir: "Devletlü Sultanım! Padişahımızın aklı cemi''müzden A''lemdir. Bizim ne bilümüz ola padişah huzurunda".
XVI. asrın sonlarına doğru kötüleşen ekonomik sorunlar karşısında acze düşen devlet idaresi, başta padişah olmak üzere, bu gidişin aslını öğrenmek ve gerekli tedbirleri almak ister. Devrin Padişahı, I. Ahmed, "Şeyhülislam Mehmed b. Sadeddin''e devlete ve millete arız olan bozukluğun sebebini sorar. Şeyhülislam ''bana ne bundan'' cevabını verir."
Bunun da ötesini Vezir Mehmed Paşa, Sultan İbrahim''e (17. Yüzyıl) şunları söyler: "Siz yeryüzünün halifesi zılluhlahsız. Zamir-i münirine layık olan hevatır cümle ilham-ı rabbanidir. Kavlen ve fiilen sizden beyhude ve hata sudur eylemez ki itiraza mecal ola".
Padişahın mutlak varlık ve otoritesi bağımsız ve hür aklı, eleştiriyi ve iradeyi yok kılınca, artık Osmanlı insanına sığınılacak limanlar olarak şer''i ve zühd, irtikaf, kanaat vb. kalıyor.
Gerçeği ifade edememek!
Tarihî müktesebatında yüce peygamberin bile istişare ettiği, meşverette bulunduğu, görüş sahiplerinin görüşlerine itibar ettiği bir inanç dünyasının paşasına, sultanına ya da padişahına yüklediği bu anlam sonuçta gün gelecek muhteşemi (Osmanlı''yı) müflise mahkûm edecektir. Diğer yandan itiraz etme geleneği olmayan, fikir üstüne fikir koymayı had aşmak olarak gören, karar makamındakileri kutsayan bir anlayışın olduğu yerde fikir belirtmek kolay değildir.
17. asrın sonlarına doğru, ulemanın düşüncesine göre, "padişahlar âlemin ruhudur". Hadidi Sultan I. Selim''e "cihan tendir, cihanın canı sensin" diye sesleniyordu. Mehmed Halife "Künhül Ahbar"da padişahın teba üzerindeki etkisini şöyle anlatır: "…Doğrusu Sultanın yasakladığı Kur''an''ın yasakladıklarından çoktur" tespitinde bulunur.
Paul Rıcaut, Türklerin, Padişahlarına itaati, bir devlet prensibi olmaktan ziyade dini bir vecibe olarak talim ettiklerini iddia eder. O şu tespiti yapar: "Bu memlekette olup bu körü körüne itaate riayet etmek zorunda bulunan insanlar, haklı olarak birbirlerine, "ey kulluk için doğmuş adamlar" diye bağırıyorlardı."
Bir gün Sultan İbrahim, Sultanizade Mehmed Paşa''ya "Mehmed" demiş, "senden önceki sadrazamlar, bana bazen itiraz ederler, bu iş namakuldür derlerdi. Senden hiç böyle bir itiraz işitmedim. Sebebi nedir?"
Mehmed Paşa, "Siz, yeryüzünün halifesisiniz. Zilullahsınız. Kalbinize gelen her şey, ilham-ı Rabbanidir. Kavlen ve fiilen sizden hata sadır olmaz ki, itiraz edeyim. Zahiren namakul gibi görünen bazı halat zuhur etse bile onun altında bazı hikmet-i hafiye vardır ki, bizce malum değildir. Anın için redde cüret edemem" diye cevap vermiştir.
Bugün Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemini savunanlar (Selçuklu bir yana) 14. Yüzyıldan bugüne intikal etmiş olan itaat/kul kültürünü savunuyorlar.
Niye yadırganıyor ki?