Cumhurbaşkanı Gül'den, Can Dündar'a Atatürk'e bakış!

Bugün Atatürk’ün makamında Cumhurbaşkanı olarak bulunan Abdullah Gül, gönüllü sivil toplum kuruluşlarının düzenlediği bir seminerde yaptığı konuşmada “Milliyetçilik öyle olmuş ki, Türkçülük şeklinde alınmış ve bu ister istemez aksini de bazı insanların aklına getirmiştir. Mesela bunları açık söylemek zorundayım, ’Ne mutlu Türk’üm diyene’ lafını tutup her yere yaza yaza, Türkiye aslında ilkel bir hale dönmüştür” diyebilmiş bir kişidir.
Gül, ayrıca şu sözleri de söyleyebilmiştir:
“Türkiye’nin bütünlüğünü tehdit eden, en büyük tahribatı vermiş olan sistemin ilkelerinden biri de laiklik ilkesidir.
İkinci Cumhuriyet, yeni Osmanlıcılık kavramlarının ve bu tartışmaların ortaya gelmesini ben çok sağlıklı görüyorum ve geleceğe çok ümitle bakıyorum.”
Bugün, “Mustafa” adlı psikolojik operasyon filmi ile Türk çocuğunun başına çuval geçirilebiliyorsa, bunun ana sebebi, bu sözleri söyleyebilmiş bir kişinin Cumhurbaşkanlığı makamına gelebilmesidir.

* * *

Ne zaman Avrupa Birliği’ne girişin bir devlet politikası ve bu politikanın, Atatürk’ün çarpıtılan çağdaş medeniyet hedefinin gereği olduğuna dair sözler duysam, aklıma 6 Mart 1922’de Mustafa Kemâl Paşa’nın TBMM gizli oturumunda verdiği İzzet Paşa örneği gelir!
“Balkan Muharebesi’ni müteakip, vicdanı, kafası zayıf olanlar bu milletin artık hayat ve kurtuluş bulamayacağına kani olmak, batıl zannında bulunmuş oldular. Bunların başında İzzet Paşa vardı. İzzet Paşa o zaman dedi ki; biz kendi kendimizi adam ve insan edemeyiz. Biz kendi kendimizi ıslâha muktedir değiliz. Dolayısıyla kayıtsız, şartsız bir ıslâh heyeti getirelim ve onlara mevki verelim ve onun seçimi olan Liman Von Sanders’in riyaseti altında bir ıslah heyeti getirmiştir, milletimizin başına.
Efendiler; Türkiye’yi bu tuttuğu hastalıklı yollardan tükenişe ve yok olmaya sevk eden bu vadiden kurtarabilmek için bütün âlimlerin keşfedebildikleri bir hakikat vardır. O da Türkiye’nin fikir hayatını yeni bir imanla istila etmek lazımdır. Yani Türkiye çıkmazında hükümet teorisini değiştirmek lazım idi.”
Özal, Demirel, Sezer ve Gül dönemlerinde, Avrupa Birliği’ne katılmak, “devlet politikası” olarak ilan ve propaganda edildi. Ancak, AB’nin üniter bir Türkiye, hatta ulus devlet yapısına sahip bir Türkiye istemediği net bir şekilde ortaya çıktı. Hatta son Katılım Müzakereleri Çerçeve Belgesi, Türkiye’nin daha önce imzaladığı uluslararası antlaşmaların AB müktesebatı karşısında geçersiz olduğunu öngörüyor!
Peki, ülkeyi bölmek isteyen AB’ye girişin, devletin en üst katlarında hâlâ “devlet politikası” olarak görülmesi, sizce ne anlama geliyor?

* * *


Yahut, Mustafa gibi filmlerle ne yapmaya çalışıyorlar?
Onu da Mustafa Kemal Paşa, aynı konuşmada cevaplandırıyor:
“Görünürdeki cephe, doğrudan doğruya ordunun düşman karşısındaki silâhlı cephesidir. Bu cephe sarsılabilir, değişebilir, yenilebilir. Fakat bu durum hiçbir zaman bir memleketi, bir milleti yok edemez. Önemli olan, memleketi temelinden yıkan, milleti esir ettiren iç cephenin çöküşüdür. Bu gerçeği bizden çok daha iyi bilen düşmanlar, bu cephemizi yıkmak için yüzyıllarca çalışmışlar ve çalışmaktadırlar. Bugüne kadar başarı da sağlamışlardır. Gerçekten, kaleyi içinden almak dışından zorlamaktan çok kolaydır.”

Yazarın Diğer Yazıları