Çankaya'daki fotoğrafa ne demeli!
Türkiye’nin nereden nereye geldiğini gösteren fotoğraflardan biri Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün, Bahreyn Kralı Hamad bin İsa El-Halife onuruna Çankaya Köşkü’nde verdiği akşam yemeğinde ortaya çıktı. Yemeğe DTP adına Sebahat Tuncel de davetliydi ve davete icabet etti. Tuncel, Cumhurbaşkanı ve Genelkurmay Başkanı ile aynı masalarda yemek yedi.
Afiyet olsun da, biliyorsunuz Sebahat Hanım cezaevinde terör suçundan tutuklu olarak yatarken milletvekili seçilmiş ve parlamentoya girmişti. Elbette, kesin hüküm verilene kadar sanık masum sayılır ama DTP yetkililerinin PKK’lılar için “Kardeşlerimize terörist diyemeyiz” dediği herkesin malumudur.
Diğer taraftan DSP İstanbul Milletvekili Hasan Macit ve MHP Grup Başkan Vekili Oktay Vural, yemeğe partilerinden hiç kimsenin davet edilmediğini bildirdiler.
***
Öncelikle Bahreyn hakkında biraz bilgi vereyim. Bendeniz bir defa Bahreyn’de bulundum. Eski Devlet Bakanı Ramazan Mirzaoğlu’nun resmi gezisine gazeteci olarak katıldım. Unutamadığım anı şudur: Resmi görüşmeler İngilizce yapılıyordu! Ramazan Mirzaoğlu, bir iki dakikalık tereddütten sonra dayanamadı ve konuşmaları keserek samimi bir tarz ile “Biz Türk’üz, Siz Arap’sınız, yanımızda her iki dili çok iyi bilen tercümanlarımız var, neden üçüncü bir dille konuşuyoruz? Kendi dilimizle konuşalım” dedi.
Bunun üzerine Bahreyn tarafına başkanlık eden bakan, öneriyi kabul etmek durumunda kaldı ve görüşmeler Türkçe-Arapça olarak devam etti. Fakat, Bahreyn tarafında bulunan ve sonradan İngiliz olduğunu öğrendiğimiz bir kişinin konuşmaların tek kelimesini bile anlamadığını fark ettik. Adam sıkıntıdan patlayacaktı! Öğrendik ki Bahreyn’in uluslararası görüşmelerinde bir İngiliz gözlemci bulundurmak normal bir prosedürdür!
Yani Türkiye, Bahreyn ile görüşürken aslında İngiltere’nin gözetimi altında bir ülke ile muhatap oluyor!
Bu durumda Çankaya’da Bahreyn Kralının onuruna verilen yemeğe Tuncel’in davet edilmesine çok da şaşırmamak gerekir.
***
Fakat bundan daha da vahim olan bir durum var, Ergenekon iddianamesinin eklerini incelerken görüyoruz ki yıllar önce devletin güvenliğiyle ilgili önemli makamlarından birini işgal eden bir kişi işi gücü bırakmış, bizim gibi gazetecileri, yazarları takip altına almış. Sonra ne olmuş bilmiyorum ama bizi Allah korumuş, öyle anlaşılıyor!
Halbuki, doğrudan bize gelip sorsalardı ne biliyorsak anlatırdık! Çünkü bizim gizlimiz saklımız yok ki! Bildiğimiz ne varsa yazıyoruz zaten! Birileri kendilerine yakın hissediyor ve kendi akıllarınca karaladıkları notlarda bizi bir yere yerleştiriyorsa bunda bizim kusurumuz nedir?
Biz mesleğe ilk adım attığımız günden itibaren, gazeteciliği hakkını vererek yaptık. Kimsenin yazamadığı gerçekleri yazdık. Kimsenin adamı olmadık, ekip filan da kurmadık.
Ama “ajan gazeteciler”, hak etmedikleri mevkilerde bol kazançlı hayat sürerken, onları kimse takip etmedi!
Yazılarımızın fincancı katırlarını ürküteceğini biliyorduk ama devletin güvenliğinden sorumlu olan bir iki kişinin, bizim hayatımızı mahvetmeyi düşünebileceklerini tahmin edemezdik. Neyse ki iddiaların saçmalığı anlaşılmış ki bizim haberimiz bile olmadan konu kapanmış.
***
Şuraya gelmek istiyorum. Devletin güvenlikle ilgili kurumlarına elbette sözüm yok ama bu kurumlarda öyle insanlar var ki kendilerini, Türk Milleti’nin yücelmesi için ömrünü harcayan insanları karalamakla görevli sayıyorlar! Buna karşılık, bugünlerde PKK’ya kardeşim diyenler ödüllendiriliyor!
Biz kendimizi biliyoruz, kendimizden eminiz. Hukuktan ve meslek kurallarından hiç ayrılmadık, ayrılmayız! Fakat, devletin güvenliği dönem dönem kimlerin eline kalmış görüyoruz!
Yazıklar olsun!