Bu yol, yol değil!
Siyaset etmenin yolu 'kamplaşmalardan, karşıya göre pozisyon almalardan, aidiyetleri kaşımalardan, tahammülsüzlük'ten geçtiği için yine aynı noktaya gelip duruyoruz… Hayat tarzına karışılanlar, kıyafetinden dolayı taciz edilenler, bizim gibi karşı cephenin elemanları vs…
Siyaseti ileriye taşıyacak, 'bilim, öneri, yerinde ve makul eleştiri, kimden gelirse gelsin doğrunun yanında, yanlışın karşısında olmak' gibi özellikler hak getire!..
Blokları sertleştirdiğinizde siyaset kolaylaşıyor, maliyet düşerken verimlilik artıyor!.. Akla, zekâya, bilimsel düşünceye gerek yok!.. Toplumun içinde düşman adacıklar oluşturacaksınız, duvarları daha kalın öreceksiniz ve herkesi mevzisinde kalmaya zorlayarak statüleri devam ettireceksiniz!..
Bu tür siyaset, yürütücülerine kâr sağlamasına sağlıyor da, ülkeye ve toplumsal bütünlüğe ağır zarar veriyor… Felâketler, savaşlar veya ekonomik yıkımlar karşısında görülmesi gereken toplumsal dayanışma duygusunu kemiriyor, aidiyetler öne çıkıyor, millî hassasiyetler, grup veya cemaat taassuplarının altında eziliyor…
***
Günlerdir o video konuşuluyor… Metroda Cumhuriyet Bayramı'nı kutlayan kadın ağırlıklı bir grup ve kadraja girmiş sarıklı cüppeli bir vatandaş… İddialara göre o vatandaş kılık kıyafetinden dolayı taciz ediliyor!.. Oysa o görüntüler çok hoş olmasa da taciz edildiği iddiaları fazlaca abartılı…
Günümüzün 'en büyük açık savaş alanı' sosyal medya bununla çalkalanıyor, kitleler buna göre hizalanıyor: "Gördüğünüz gibi lâikler biraz canlanınca nasıl da inanç sahibi kardeşlerimize saldırıya geçiyorlar…" Veyahut da "Cumhuriyet Bayramı kutlamaları İstanbul'da düşman işgalinden kurtuluş törenleri gibiydi" ahmaklığı…
***
Ülkenin gerilmeye değil, normalleşmeye ihtiyacı var… Gerginliklerden 'irili ufaklı statüler' yararlanır sadece… Herkes mevzilenme veya terk etmeye hazırlandığı mevzisine geri döner, toplumsal kesimler arasındaki geçirgenlik azalır… Bunu yalnızca ideolojik körler ve değişim işine gelmeyenler görmez… Çünkü bu durum tabii akışı bozar, kişileri ve kitleleri 'olağanüstü hal pozisyonu'nda tutmaya yarar…
Sürekli 'düşman beklentisi ve müttefik arayışı' sağlıklı değildir olamaz da… Bu cinnet hâlinde kitleler refahı da, daha güzel bir geleceği de, demokrasiyi de arka plana alır, o 'düşman'a karşı siyaset ve güvenlik kaygılarını önceler…
***
Halbuki çok ciddi millî güvenlik kaygımız var… Dış politikada düşman çeşitliliğimiz bizi içeride daha fazla dayanışmaya zorlarken, Suriye operasyonundan bile içerideki tribünlere mesaj verme gayreti anlaşılır gibi değildi…
Hem etrafımızdaki çemberden şikâyetçi olup, hem de içeriden hasım çıkarmaya çalışmak millî cepheyi zora sokardı sadece… İçeride millî birliğini sağlayamamış bir devlet, etrafındaki kuşatmayı nasıl yaracaktı? Varsa içerideki cepheleri kapatıp, rekabeti erteleyip, bütün gücüyle millî savunmayı esas alması gerekenlerin, kısa vâdeli kâr hesabıyla içeriye dövmeye kalkışmaları ne kadar doğru olabilir?
***
Türkiye, 21. Yüzyıl'da siyaseten sahip olduğu önemli bir kültürü kaybetti… Kazanan, kendi vatandaşına karşı değil, düşmana karşı zafer kazanmış sayıyor kendisini… Kaybeden de düşmana karşı kaybetmiş gibi…
Siyasette kazanmanın veya kaybetmenin bu işin tabiatında olduğu gerçeği uzun zamandır unutuldu, unutturuldu… Bu durum siyaset etme yöntemlerini de değiştirdi… Artık ikna etmenin en etkili yolu, 'karşıdakinin düşmanlığını belgelemek'!.. Çocukları da bu kültürde yetiştirmek!.. Hele karşıdaki de sizi 'düşman görme' kabiliyetini geliştirmiş ve yaymışsa iyice rahatlama oluyor!..
Sosyal hayatın bir parçası hâline gelmiş 'düşmanlık' seçim kampanyalarını seçimlerin öncesine sıkıştırmıyor, hayatın her anına yayarak, sizi hasmınıza karşı diri tutuyor…
Siyaset, bu basit ve beleş yöntemden 'karşılıklı' iyi faydalanır da ülke zarar görür… Görüyor da…