Bu neyin siyaseti?
Ülkemizde ve bölgemizde "kızılca kıyamet kopuyor." Bütün emperyal güçler buraya üşüşmüş, nüfuz hâkimiyeti peşindeler; hedefte Türkiye de var. Türk Milletine etnik ve mezhep penceresinden bakan siyaset, tabii müttefikleri düşman, düşmanları dost edinmiştir. Sonuçta; içeride, ağır silahlarla donatılmış, katliamcı, şehirleri yakıp yıkan bölücü terör vahşeti; dışarıda, güneyde KKTC'yi yok sayıp Kıbrıs'ı Helen Adası yapma yolundaki Rumlar, batıda adalarımıza açıktan el koyarak egemenlik alanını sınırlarımıza taşıyıp Ege Denizi'ni Türkiye'ye kapatmaya çalışan Yunanistan, doğuda Rus ve Batı desteğindeki 16 ilimizi isteyen saldırgan Ermenistan, güneyde bölünen Irak, Suriye ve Akdeniz'e ulaşmaya ramak kalan PKK/KCK/PYD bataklığı; yurdun her tarafına yayılan ve demografik yapıyı bozacak boyutlara ulaştığı görülen sığınmacı akını tarafından kuşatılmış durumdayız
Kuşatılmanın kısa tarihi
10 Aralık 1999 Cuma günü Helsinki'de toplanan AB Konseyi, Türkiye'ye adaylık statüsü vermişti. Aynı gün saat 18.00'de alelacele toplanan Hükümetimiz, Adaylık Belgesi'ndeki şartları görüştü ve uygun görerek kabul etti.
Belgede:
a) Kıbrıs konusunda; toplumlar arası görüşmeler sonuç vermese de Konsey, Kıbrıs'ın bütün olarak üyeliğine karar verecektir.
b) Ege konusunda; barışçı çözüm ilkesi çerçevesinde aday ülkeler [Türkiye] sınır uyuşmazlıklarını çözmeye çalışmalı, mümkün olmadığı takdirde en geç 2004'e kadar Uluslararası Adalet Divanı'na götürmelidir.
c) İnsan hakları konusunda; Azınlıklardan bahseden Kopenhag kriterlerinin tümüne uyumun, Birliğe katılımın temelini teşkil ettiği bilinmelidir, denilmektedir.
Bakanlar Kurulu toplantısında, esas hakkında hiçbir bakan konuşmadı, Başbakan Yardımcısı ve MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, Kıbrıs konusunda önceden hazırlanmış yarım sayfalık bir metni okudu ve konuşmasını yüksek sesle, "hayırlı olsun" diye tamamlayıp, adaylık şartlarını onayladı. Demek ki Bahçeli, Adaylık Belgesi konusunda önceden bilgi sahibiydi. Biz bakanlar ise 3-4 sayfalık fotokopi belgeyi toplantıda gördük. Dışişleri bürokrasimizin karşı çıktığı adaylık şartlarına itiraz eden tek Bakan olarak şu konuşmayı yaptım.
"Kıbrıs ile ilgili maddede hiçbir siyasî otoriteden bahsedilmemekte, sadece "Kıbrıs" denilmektedir. Bu ifade ile Ada'nın bütün olarak AB'ye alınmasından söz edilmektedir. KKTC, 'Bu hukuka aykırıdır ve ben Türkiye ile entegrasyona gidiyorum' dese de, Çin Seddi gibi duvarlar çekse de, KKTC'dekiler [Türkler] de AB vatandaşı olacağından bu insanlar nasıl tutulacaktır? Eğer bu metne dayalı olarak adaylığı kabul edersek, korkarım ki, Kıbrıs ve Ege'deki haklarımızı, ayrıca insan hakları adı altında Türkiye'de yaratılmak istenen yeni azınlıklar yolu ile de bütünlüğümüz ve üniter devlet yapımızı korumada çok zor durumda kalabiliriz. Biz, insan hakları denildiğinde insanların eşitliğine ve hukukun üstünlüğüne dayalı gelişmiş bir demokratik hayata ulaşılmasını anlıyoruz. AB ise bugüne kadarki metinlerinde de görüldüğü gibi Türkiye'ye diğer ülkelerden farklı bir anlayışla yaklaşıyor ve yeni azınlıklar yaratmak suretiyle, bütünlüğümüzü ciddi olarak rahatsız edecek gayretler içinde görülüyor. Bu sebeplerle biz bu muğlak metinden Kıbrıs, Ege ve insan hakları konularında ne anladığımızı açık ve kesin bir dille yazıp, bir devlet belgesi olarak karşı tarafa gönderip, bu şartlarda müzakere yapacağımızı bildirelim. Bunlardan ne anladığımızı beyanatlara değil yazıya dayandıralım. Çünkü devletlerarası ilişkiler yazılı dosya bilgilerine göre yürütülür. Bunu yapmazsak ileride bir problem çıkması halinde Türkiye'nin hak ve menfaatlerini koruyamayız." (Sadi Somuncuoğlu, Avrupa Birliği Bitmeyen Yol, s.63-64, Ötüken Neşriyat, İstanbul 2002)
Türkiye'ye dayatılan neydi?
Yunanistan AB'ye tam üye olurken, Belgede Kıbrıs, Ege ve insan hakları yoktu. Ama, Türkiye'nin henüz aday üyeliği söz konusu iken, bu uydurma 3 şart niçin dayatıldı? Amaç neydi? Bugün bunların cevabı ortadadır... Bir özetleme daha yaparsak;
1. 2002 Kopenhag zirvesinde, Rumların üyeliği, Türkiye'nin Londra-Zürih Antlaşmalarından doğan hak ve yetkileri ile KKTC gerçeği yok sayılarak kabul edildi. Böylece, Kıbrıs'ın bütünüyle resmî ve meşru temsilcisi oldular. Bu durumda sıkışıp kalan Kıbrıs Türklerinin büyük kısmı AB vatandaşı yapıldı.
2. Yunanistan'ın karasularını tek taraflı olarak 12 mile çıkarma kararı, Türkiye'nin "savaş sebebi sayarız" demesiyle uygulanamaz hale gelmişti. Ama bugün, Ege'de Türkiye'ye ait adalar sessizce işgal ediliyor.
3. AB'nin, PKK/KCK iş birliği ile "Kopenhag azınlıklar ve insan hakları adı altında, ülkemiz terör yoluyla bölünme noktasına getirilmiştir.
Bu ibret tablosundan sonra günümüze gelebiliriz.
Başbakan Davutoğlu, Aralık 2013'te Türkiye tarafından imzalanan "Geri Kabul Anlaşması"ndaki yükümlülükleri görüşmek üzere Brüksel'e gittiğinde, önüne 72 şart konulmuştur. Konumuzla ilgili olan 3'ü şunlardır: PKK/KCK ile başlatılan "Çözüm süreci"ne devam edin, BM'nin hazırladığı "Ortak Bildiri"ye göre Türkleri, Rumların azınlığı yapan çözümü gerçekleştirin ve Ege'de işgalci Yunanistan'la anlaşın! Yani insan haklarından, demokrasiden ve hukuktan yana olduğunu söyleyen AB, bölücü vahşi terörün, Kıbrıs'ta Türkleri yok sayan Rumların ve işgalci Yunanistan'ın yanında yer almaktadır.
İşte size "celladına aşık olan" siyaset!..