Bu borç ancak adâletle ödenir!
Son zamanlarda 'o dil' yine kendini göstermeye başladı… 2010 referandumunun gizli öznesi 'Yargıdaki Alevî yapılanmayı kırmak'tı… Alttan alta bu fitne işlenmişti hep… Bu dille sözde 'Sünnî taassup' o kampanyanın lokomotifi yapılmıştı… Oysa bu dil ne büyük tehlike içeriyordu değil mi? Bugün çok daha iyi anlaşılıyor…
Ülkemizde nüfusun yaklaşık yüzde 20'si Alevîlerden oluşuyor... Kontenjan gibi asla değil ama kaba bir oranlamayla 15 civarında Alevî vali olması daha şık durmalıyken, sormak lâzım, bir tek Alevî vali atanmış mı? Yoksa neden yok ve bu yokluktan sağlıklı ve rızaya dayalı bir 'millî birlik' çıkar mı?
Bakan, bakan yardımcısı, genel müdür, kaymakam vs. nedir oran? Sonra kardeşlik ve millî birlik edebiyatı!..
Ülke gerçekten zorda ve millî seferberlik şart... İyi de uygulama böyle mi olmalı? Etnik yoğunluklu ateşin kıyısındaki bir ülke kendisini ateşten böyle koruyabilir mi?
Bir kere, işe girişlerde, istisnaî iş kolları hariç, mülâkat sistemi varsa, partizanlığın bu kadar yükseldiği bir dönemde asla adâlet olamazdı... Bu uygulama ihtiyaç sahipleri arasında içten içe öfkeyi biriktirirdi sadece...
Demokrasilerde, Alevîler de dâhil, hiçbir mezhebin, cemaatin, tarikatın veya bir başka grubun 'kamu imkânlarını paylaşma kontenjanı' olamaz elbette... Buna karşılık bunların bazılarına paylaştırılıyor ve neredeyse 'özerk alanlar' oluşturuluyorsa, bazıları da tamamen dışlanıyorsa, bu durum ileride doğabilecek sıkıntının kuluçkaya yatırılması demektir...
Ehliyet ve liyakatin ölçü olmaktan çıkıp, yakınlığın, partizanlığın, paranın en belirleyici referans olduğu düzenlerde millî birliğin sağlanabildiğine dair yeryüzünde tek bir örnek yoktur, olamaz da...
Millî birliği gerçekten arıyor musunuz? O zaman yokluğu da varlığı da adaletle paylaştıracaksınız... 'Klan'ınızdan olmayanlara 'öteki' muamelesi yapmayacaksınız... Yakanızdaki rozetten çok daha büyük değerler olduğuna inanacaksınız ve kardeşliği orada arayacaksınız...
***
Ülkeyi yönetenlerin görmesi lâzım: Toplumsal kesimler arasındaki hoşgörü azalıyor, gerilim artıyor... Millî birliğimizin bu yönde törpülendiğini ve bunun artması durumunda dış etkiye açık biçimde düşmanlığa dönüşebileceğini fark etmek gerekiyor...
Yıllardır ara ara bu konuya temas ediyorum ve 'İslâmcı'ya can sıkıcı sorular'da yazmıştım... Toplumu oluşturan farklı kitlelerin birbirine tahammülsüzlük eşikleri gittikçe düşmekte, gerilim yüklü toplumsal adacıklar oluşmaktadır... Bir arada barış içinde yaşama duygusu son yıllarda böylesine gerilerken, 'kendi taraftarlarını bloke etme' esasına dayanan kutuplaştırmanın buradaki payı nedir?
Farklı kesimlerin veya bireylerin, kendilerini ifade, temsil ve kamu imkânlarından faydalanma konularında 'adaletsizlik mağduru' gibi gördükleri bir düzen, işte o 'toplumsal adacıklar'ın artmasına, aradaki yapay duvarların kalınlaşmasına ve birilerinin diğerlerine karşı husumet beslemesine yol açıyor...
Ülkede gerilimin yükseldiği bu denli açık bir gerçekken, etrafımızdaki ateşin içeriyi etkileme potansiyeli bu kadar yüksekken, kardeşliğimizi tahkim etmek ve aramızdaki tahammül duygusunu geliştirmek bizler için tercihten öte bir mecburiyetken, bu dilden, bu hırstan, bu öfkeden gerçekten millî birlik çıkarabilir miyiz? Artık herkesin ifade ettiği 'bekâ sorunu'nu bu yöntemle aşabilir miyiz?
***
Bu soruları dün sorduk, bugün de soracağız, yarın da… Etrafımızda 'mezhep kavgaları'nın veya 'mezhep kökenli ittifaklar'ın bölgeyi nasıl ateşe verdiğini ve bundan sonra da verme potansiyeli taşıdığını görebiliyoruz…
Türkiye bu anlamda, barış, kardeşlik ve huzur adına bir 'vaha' olarak kalabilmeli… Alevîlere veya başka toplumsal kesimlere yönelik pozitif ayrımcılığı savunan yok ama negatif ayrımcılık da olmamalı… Millî birliğimizin en önemli unsurlarından birisi olan Alevîler, Maraş, Çorum ve Sivas gibi alçakça provokasyonlar sonucu yaşadıkları ağır travmaya rağmen bu sınavı -ezici oranda- hep başarıyla verdiler…
Kardeşlik hukukumuz onlara borcumuz olduğunu gösteriyor… O borç, hayatın her alanında uygulanacak 'adâlet'le ödenir ancak…