Bu ateş büyüyecek
Hollanda'yla kriz tam da şu tahminimize haklılık kazandıran cinsten: "Amerikan seçimleri bu anlamda Avrupa'daki ırkçı-muhafazakâr hareketlerin vites büyütmesine yol açma riski taşıyor... Kazanma ihtimali daha düşük olan bir adayın, kullandığı bu dil sonucunda başkan seçilmesi, daha büyük başarı arayan Avrupa'daki ırkçı hareketler için 'meşrû' ve 'başarısı ispatlanmış' bir model olarak kabul görebilir...
Trump'ın kazanmasıyla prestiji artacak olan bu 'öteleyici' ve 'düşman gören' dil Avrupa'da muhafazakâr ve ırkçı partilere daha fazla özgüven kazandırabileceğinin yanı sıra, onlarla rekabet hâlindeki merkez partileri de kendi diline doğru çekiştirebilecektir..."
Amerikan seçimlerinden sonraki değerlendirmemizdi bu... Şimdi seçim telaşı içindeki Hollanda'da yaşanan, Avrupa'nın diğer ülkelerinde yaşanacak olan da bu... 'Merkez' kendisini ırkçılarla rekabette zayıf hissettikçe onlara benzeyerek taban kaybetmemeye çalışıyor...
Türkler açısından kötü olun Batı'da yükselen ırkçılığın ve yabancı düşmanlığının ana objesi durumunu getirilmesi... Türkiye Cumhuriyeti'ni yönetenlerin de bu konuda çok tedbirli olduklarını iddia etmek mümkün olmadığı gibi, yükselen bu düşmanlıktan kendileri lehine popülizm üretmeye çalışmaları da açık bir hakikat...
***
Dilimiz döndüğünce ifade etmeye çalıştık: "Amerikan seçimlerini kimin kazandığından önce, kimin hangi propagandayla kazanmış olması, hem Türkiye, hem de dünya açısından daha önemli... Şüphe yok ki bu kazanma tekniği, Batı'da halk üzerinde hangi politikaların daha fazla karşılık bulduğunu gösteriyor... Bunun özellikle Avrupa'da sağ/muhafazakâr ve ırkçı partileri daha da uca çekeceğini tahmin edebiliriz..."
Çok sürmedi, o günlere ulaştık... Bu gidiş hem Avrupa'da yaşayan ve husumet dalgasının hedefi hâline gelmekte olan Türkleri hem de Türkiye Cumhuriyeti'ni etkileyecektir... "Daha toleranslı ve demokratik görünen Amerikan toplumunda bile 'seçim kazandıracak' çapta dip dalganın kendisini göstermesi, seçimin Cumhuriyetçiler veya Demokratlar tarafından alınmış olmasından daha önemli işaretler veriyor" derken bu tehlikeye dikkat çekmeye çalışmıştık...
***
Bir ümitle o ikazlarımızı yeniden yapalım: "Daha gergin ve muhtemelen gücün egemen olduğu daha adaletsiz bir dünyaya doğru ilerliyoruz... Radikalliğin prim yaptığı, daha önce ancak marjinal gruplarda görülen sapkınlıkların artık geniş kitleleri de kuşatabildiği, merkez anlayışların giderek zayıfladığı bir dünyaya gidiş bu... Dostlukları, düşmanlıkları, müttefiklik kriterlerini derinden sarsacak bir dönüşümden söz edilebilir bundan sonra...
Diğer adı da 'kadim savaş coğrafyası' olması gereken Orta Doğu'da, ateşin kenarında bir devlet olarak biz daha fazla etkileneceğiz bu dönüşümden... Aslolan, ülkeyi yönetenlerin bu tehlikeyi çok iyi öngörebilmesi ve dayanıklılığı artırmak için iç barışı ve kardeşliği tahkim etmesi...
Bu konuda ümitvar olmamız bir mecburiyetken, 'ikili yapı'yı kurtuluş gibi sunarak, toplumsal yarılmaya hizmet eden siyasî atmosfer var... Giderek keskinleşen 'aidiyetler' değişen dünya zemininde çok daha kuvvetli olmamız gerçeğini umursamıyor, kendi 'iç iktidar' duygusunu tatmin etmeyi ve 'içerideki düşman'a karşı başarı kazanmayı kutsuyor...
'En çok birlik ve beraberliğe ihtiyacımız olan bugünlerde' klişesi uzun yıllardır üçüncü sınıf siyasetçilerin dilinde mizahî bir tekerlemeye dönüşmüştü... Gerçekten bugünler o günler... 'Yöneten siyaset'in bunu artık anlaması ve buna göre yönetmesi gerekiyor..."
***
Peki fiili durum ne? İçeride kardeşliğe mi prim veriyoruz, kendi taraftarlarımızı bloke etmek adına 'kamplaştırma'ya mı? Bizden olmayanları, bizim gibi düşünmeyenleri, bizim gibi davranmayanları ne olarak görüyoruz; düşman mı, terörist mi, hain mi, gerçekten eşit vatandaş mı?
Oysa 'bizim' 'biz'e en çok sahip çıkmamız gereken günlerin arifesindeyiz... Bu züccaciye dükkânı bizimken fil gibi davranamayız... Bunu kime nasıl anlatacağız?