Bölünme değil, yutulma aşaması sürüyor!
Yıllardır şu hakikati kendimce ifade etmeye çalışıyorum: "Bu ülkenin vicdanlı solcularını, aklını ve birikimini PKK'ya havale etmeyen sosyalistlerini, PKK'nın 'devrimci özne' filan değil, doğrudan terör örgütü olduğunu kabul eden ve bunu açıktan ilân etme cesareti gösteren sınırlı sayıdaki aydını mutlaka ayırsak da şu ikazımızı tekrarlamadan duramayacağız:
Türkiye'deki radikal sol örgütler ve sendikal hareketler büyük bir hızla yutuluyor... Evet, etnikçi hareket, o örgütleri bölecek zannedilirken, durumun daha da vahim olduğu, söz konusu örgütlerin 'yutulma' riski taşıdıkları her geçen gün daha iyi anlaşılıyor... Bu örgütler, memur ve işçi sendikaları, dernekler, meslek odaları, büyüyen bölücü dalga karşısında 'ortaklık'tan 'marabalık' düzeyine evrildiklerini, karşılıklı bağımlılığın 'tek taraflı hizmet'e dönüştüğünü fark ettiklerinde belki de çok geç kalmış olacaklar... Bölünmeyle kurtulamayacaklar, yutulmuş olacaklar..."
***
Süreç devam ediyor ve bu anlamda TTB'nin son tercihi hiç de şaşırtıcı olmadı… TSK'ya kumpas operasyonu Ergenekon'u savunan, hendek operasyonlarına karşı sözde 'barışçı akademisyenler'in bildirisine imza koyan, sicilinde 'Apo'ya özgürlük' platformunda yer almak ve terör örgütü adına yayın yapan gazetenin 'nöbetçi genel yayın yönetmenliği' bulunan birisinin getirilmesi her şeyi özetliyor…
Hafızaları zayıf olanlar için hatırlatalım ve gidişatın neresi olduğunu daha iyi tahmin edelim:
Kendilerini iyi tanıyoruz… Hani şu, vaktiyle terörist başının sağlık kontrollerini yapmak için Adalet Bakanlığı'na başvuran, onun İmralı'da kaldığı hücrenin metrekaresini dert eden, açlık grevcilerinin taleplerinin değerlendirilmesini savunan, 2011'de TSK'nın Kazan Vadisi'nde kimyasal silah kullandığı yönündeki PKK iddiası üzerine inceleme yapmak isteyen, PKK'lı teröristleri 'tutsak' olarak niteleyen Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi...
Aynı dil Afrin'de de kendisini göstermişti… 'PKK terörüne hayır' demesine alışık olmadığımız dilleri 'Savaşa hayır'a pek hızlı gelmişti!..
***
İmralı'ya Apo'nun kardeşi gidiyor, ağabeyinin sağlık durumundan endişe ettiğini, doktorların değişmesi gerektiğini buyuruyordu... Ardından Aysel Tuğluk yazılı açıklama yaparak, aynı görüşü dillendirip, bir an önce adaya 'bağımsız doktorlar' heyetinin gitmesinin şart olduğunu aksi hâlde sürecin tıkanacağını öne sürüyordu... Ve tam da bu noktada görmeye alıştığımız TTB devreye girerek, Adalet Bakanlığı'na başvuruyordu: "Göreve hazırız, sağlık kontollerini biz yapalım!.."
PKK'ya ilişkin TTB'nin ne gibi sicile sahip olduğuna bir göz gezdirelim: Örgütün Merkez Konseyi 2012'de cezaevlerindeki PKK'lıların açlık grevleriyle ilgili hem İstanbul'da eylem yapmış, destekçi diğer örgütlerle birlikte, eylemcilere destek niteliğinde bildiriye imza atmıştı... Eylemcilerin talepleri 'tecridin kaldırılması, ana dilde savunma ve ana dilde eğitim'di... TTB'nin imzaladığı bildiride ise şu ifade yer alıyordu: "Siyasal iktidar, açlık grevcilerinin taleplerini ölümler yaşanmadan değerlendirmelidir..." Sonra o örgüt, "Bağımsız doktorlar olarak, Öcalan'ı biz kontrol edelim" diyebiliyordu!..
***
PKK bir işaret fişeği patlatmayagörsün, hep aynı örgütler bir araya geldiler ve açıklamalar yaptılar... 2010 Ağustos'undaki 'eylemsizlik' kararı da buna iyi bir örnektir... Bu 'kardeş örgütler' tüm siyasî partileri PKK'nın 'eylemsizlik' kararına karşı sorumlu davranmaya çağırmış, bu kararın nefes aldırdığını, şimdi sıranın çözüm adımlarında olduğunu kamuoyuna 'tıbbî etik' çerçevesinde duyurmuşlardı!..
2011'de PKK Çukurca'nın Kazan vadisinde çok ağır zayiat vermiş, örgüt ve uzantıları bu çatışmalarda TSK'nın 'kimyasal silah' kullandığını öne sürmüştü... Bu iddialarla eş zamanlı biçimde hekim örgütümüzün malum Merkez Konseyi incelemelerde bulunmak üzere Adalet Bakanlığı'na başvurmuştu... 'Tıbbî etik'leri hep bu tip durumlarda depreşiyordu çünkü!..
***
2015'te, Diyarbakır'ın Kulp ilçesinde, yol kesen PKK'lıları görünce kaçmak isteyen doktor Abdullah Biroğlu teröristlerce katledilmişti… Türk Tabipler Birliği, katledilen doktor olunca açıklama yapmak durumundaydı… Ama ne açıklama? Kınamıştı da kimi kınadığı belli olmamıştı!.. 'Herkes'i sorumlu olmaya çağırmıştı da tek kelime 'PKK' diyememişti!.. Operasyona 'savaş', cezaevindeki teröriste 'tutsak' diyen bir dil elbette PKK diyemezdi!..
***
Siyasi iktidarlara muhalif olmak, her şeyi meşrulaştırmayı, devlete de muhalif olmayı gerektirmez… Vatansever solcu, sosyalist, Atatürkçülerin, kırgın ve kızgın milliyetçilerin, bölücü tezgâhlara karşı çok daha hassas olmaları gereken bir dönemden geçiyoruz…