Bölgesel güvenlikte KKTC ve Türkiye
Sovyetler Birliği'nin dağılması sonrasında Doğu Akdeniz'de, iki kutuplu küresel güç dengesi, yerini bölgesel güç dengesine bırakmıştır. Bölgenin jeostratejik önemine paralel olarak, büyük devletler bölgede hâkimiyet kurmak adına büyük mücadele içerisine girmiştir. Adanın Kuzey Afrika, Orta Doğu ve Anadolu gibi üç kara parçasının birleşme noktasının karşısında bulunması, Akdeniz'i Kızıldeniz ve Hint Okyanusu'na bağlaması coğrafî konum açısından değerini artırmaktadır. Orta Doğu'ya ve petrol kaynaklarına yakınlık, özellikle son yıllarda bölgede olan çatışmalara müdahalede coğrafi yakınlığın avantajı ve kendi etrafındaki denizlerde zengin doğal kaynaklarının bulunması Kıbrıs ile ilgili iştahları kabartmaktadır.
***
Günümüzde Doğu Akdeniz'in artan önemi ortadadır. Kendi adımıza, Türkiye ve KKTC olarak, bölgemizdeki haklarımızı korumak adına gerekli tedbirleri almak zorundayız. 2003 yılında Rum tarafının tek yanlı kararlarla Kıbrıs etrafındaki kara sularında başlattığı petrol ve doğal gaz keşif ve arama faaliyetlerine Türkiye maalesef yıllarca sessiz kalmıştır. Sürdürülmekte olan müzakereleri ve olası bir anlaşmayı gölgelememek, bozguncu taraf olmamak adına GKRY'nin ihale açmasına, ruhsat ve imtiyazlar vermesine, ortaklıklar kurmasına ve olası gelirleri kendi aklına göre paylaşacak politikalar geliştirmesine hep sessiz kalınmıştır. Son yıllarda Rum Yönetimi'nin başta Yunanistan, İsrail, Mısır, Lübnan, Ürdün ve hatta Suudi Arabistan ile başlattığı ve Türkiye'nin hedef alındığı iş birlikleri sonucunda Türkiye, Doğu Akdeniz'e müdahil olmaya başlamıştır. Annan Planı sonrasındaki müzakere süreçlerinde ve en son Crans Montana'daki 5'li Kıbrıs Konferans'ında Rum-Yunan ikilisinin uzlaşmaz tutumu sonrasında, Türkiye ada ve bölge gerçeklerini daha objektif ve kendi çıkarları doğrultusunda değerlendirmeye başlamıştır. Türkiye son yıllarda Rum tarafının petrol arama ve çıkarma siyasetinin yanlışlığına dikkat çekerek, GKRY'nin sözde münhasır ekonomik bölge ilan ettiği alanlarda kendinin ve KKTC'nin haklarını her şartta koruyacağını vurgulamış ve en son geçtiğimiz Mart ayında İtalyan ENI şirketinin petrol sondaj gemisi Saipem 12000'in Kıbrıs kara sularındaki çalışmalarını engelleyerek bu konuda ne kadar kararlı olduğunu göstermiştir.
Rum-Yunan ikilisi, başta ABD ve AB olmak üzere, Mısır ve İsrail'in askeri gücüne güvenerek bölgemizdeki gerilimi artırmaktan çekinmemektedir. Son yıllarda ve en son geçtiğimiz günlerde doruğa çıkan ABD-Türkiye arasındaki krizi fırsat bilen Rum Yönetimi petrol ve doğal gaz sondajları ile ilgili planlarına değişiklik yapmadan devam edeceklerini açıklamış ve bölgemizde Türkiye ve KKTC'yi hedef alan senaryolarla 'müttefikleri' ile askeri tatbikatlar yapacağını da bildirmiştir. ABD'nin Kıbrıs'ta askeri üs açmak üzere GKRY ile görüşmeler yaptığı da artık gizli değildir.
***
Bu gelişmeler karşısında Türkiye ve KKTC'nin sessiz kalması beklenemezdi ve bu doğrultudaki kararlı tutum, önceki gün Ankara'ya gelen KKTC Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Kudret Özersay ile Türkiye Dışişleri Bakanı Mevlut Çavuşoğlu'nun bir araya gelmesi sonrasındaki ortak basın toplantısında yerini bir kez daha bulmuştur. Söz konusu basın toplantısında söylenenleri muhataplar, özellikle de Rum-Yunan ikilisi, dikkate almaz ve kendi kafalarına estiği gibi Doğu Akdeniz'de hareket çekmeye devam ederlerse olacakların hiç de hoş olmayacağını söyleyebilirim. Çavuşoğlu, Doğu Akdeniz'de gerek KKTC ve gerekse Türkiye'nin haklarının savunulmaya devam edileceğini, Rum tarafının tek yanlı hareketlerine göz yumulmayacağını ve gerekirse sondajların Fatih gemisi tarafından sonbaharda yapılacağını bildirdi. Yazımı kaleme aldığım saatte, Dışişleri Bakanı Özersay'ın Türkiye Millî Savunma Bakanı Hulusi Akar'la görüşmesi bekleniyordu. Hatırlayabildiğim kadarıyla KKTC Dışişleri Bakanları ve Türkiye Savunma Bakanları arasında ilk olmasa da pek nadir olarak gerçekleşecek bu görüşmede Doğu Akdeniz Bölgesinde değişen güç dengeleri doğrultusunda iki ülke arasındaki güvenlik ve savunma iş birliğinin ileriye taşınması konusu görüşülecektir. Türkiye ve KKTC'nin güvenliği için bundan sonraki süreçte vakit geçirmeden somut adımların atılması en doğru siyaset olacaktır.