Bölge değil güvenli sınır gerekiyor!

Ülkemizin içine çekildiği “girdap” ne yazık ki, gün geçtikçe daha “vahim” daha “tehlikeli” biçimler alıyor.

Her şeyden önce, AKP iktidarının hem Irak’ın Kuzeyi’nde hem de Suriye’de güttüğü politikanın artık tamamen “iflas” ettiği görülüyor.

AKP inadından bir türlü vaz geçemediği daha doğrusu büyük şaşkınlık içinde bocaladığı için, battıkça daha derine

batıyor.

Nitekim, 910 kilometrelik bir sınırda, ne yapacağını şaşıran iktidar, yeniden “tampon bölge” veya “güvenli bölge” peşine düşmüş bulunuyor.

Tabii ki, bu bölgenin kazanılması ve korunması silahlı bir gücü dolayısıyla askeri harekâtı gerektiriyor.

Oysa Türkiye’nin, hiçbir ülkenin topraklarına, her an değişen gerekçelerle askeri bir harekât planlanması bile beklenmiyor.

Çünkü, “yurtta sulh, cihanda sulh” düsturu yıllardır ülkeyi huzurlu

kılıyor.

Kaybımız büyük olur

Gerçekten de, dillendirilen ve bazı hazırlıkları yapılan, “güvenli bölge” isterisi şimdiden sıkıntılar doğuruyor.

Aslında Türkiye, “güvenli sınır” yerine “güvenli bölge” peşinde koşmayı bir proje halinde uygulamaya kalkışırsa, her bakımdan büyük kayıplara uğrayacağını herkes biliyor.

Özellikle, askeri kanat bu “hassas” durumu değerlendirirken, bir yerde uyarılarını da esirgemiyor.

Şayet, AKP iktidarda yine söz sahibi olursa ve bu tehlikeli inadından vaz geçmezse, Türkiye’nin siyasi, ekonomik ve askeri kaybının büyük olacağı sanılıyor.

“Güvenli bölge” ihdas etmenin ucunda Suriye yönetimini yıkma hayallerinin olabileceği düşünülüyor.

Böylesine bir “ham hayal”in, öncelikle Türkiye’nin turizmini, sonra da, ihracatını baltalayacağı şimdiden

hesaplanıyor.

Savaş ve blöf

Kısacası, İran, Irak, Körfez ülkeleri, Lübnan, Ürdün, gibi ülkelerle bütün turistik ve ticari ilişkilerin kesileceği gerçeği karşımıza çıkıyor.

Ayrıca, bu gibi ülkelerin Türkiye üzerinden yaptıkları bütün ekonomik faaliyetlerin duracağı belirtiliyor.

Ekonomik zararların yanında politik bakımdan da Türkiye’nin zor durumda kalacağı açıkça görülüyor.

Bir defa uluslararası tepkilerin yanı sıra İran, Rusya ve Çin gibi ülkelerin, Suriye topraklarına askeri harekât yapan bir Türkiye’ye tavırları, beraberinde büyük yükümlülükler getiriyor.

Bu arada, sözde en büyük müttefikimiz ABD bile, tek başımıza ve sadece belirlenen örgütlere karşı askeri harekât yapmamızı kesinlikle istemiyor.

Öte yandan, ülkemizde herkes Suriye Devlet Başkanı’nı, uzun süredir endişeyle izliyor.

Yani, halkına karşı zaman zaman giriştiği “zalimce” davranışları kimse kabullenmiyor.

Ne var ki, Esad’a olan bu “nefret” hiçbir zaman Suriye halkını kapsamıyor.

Çünkü, tarihi dostluk, komşuluk hatta akrabalık ilişkileri bunu gerektiriyor.

Bölgede yangın çıkar

Objektif bir gözle bakıldığında Esad’ın, ayakta durduğu dikkatleri çekiyor.

Esad’ın yıkılmamasının yanı sıra, siyasi alanda da özellikle Rusya, Çin ve İran tarafından desteklenmeye devam edilmesi de gözlerden kaçmıyor.

Türkiye için, bir “çıkmaz” halini alan bunalımın şimdi daha da “tehlikeli” yeni bir boyutunu yaşatmaya “fırsat” ve “zemin” kollanıyor.

Her şeyden önce, Suriye’nin Türkiye ile uzun yıllardan beri savaşa girmek istemediğini hatta bundan çok çekindiğini ve korktuğunu belirtmemiz icap ediyor.

Muhaliflerle, ölüm kalım mücadelesi veren Esad’ın, Türkiye ile değil bir savaşı, bir çatışmaya girmeyi bile göze alacağını hiçbir mantık kabul etmiyor.

Unutulmamalıdır ki; Suriye’ye karşı bir askeri harekâta girişmek, bölgede büyük bir yangının çıkışına neden olmak anlamına geliyor.

Bilindiği üzere, “caydırıcılık” ve “blöf” ün birbirine karıştırılmaması da büyük önem kazanıyor.

Nereden bakılırsa bakılsın, Türkiye’nin değil “güvenli bölge” ihdas etmesi, sınırın ötesine bir kurşun bile attığında çok dikkatli ve duyarlı olması bekleniyor.

Zira, başta ABD ve İsrail olmak üzere bir çok ülke Türkiye’nin Suriye’ye karşı askeri bir harekâta girişmesini “dört gözle” izliyor.

“Güvenli bölge” isterisi Türkiye’ye “güvensizlik” getirme kapasitesi taşıyor.

Yazarın Diğer Yazıları