'Bizden'se koy sepete!
20 yıl kadar önceydi... Paraya sıkışmıştım ve tek çarem arabamı satmaktı... Doğrusu satmak da istemiyordum, çünkü elim ayağım gibiydi...
Türkiye'de çok yaygın bir tarikata mensup arkadaşım bana formül önerdi... Ankara'nın Emek semtinde galerici tanıdıkları olduğunu, onlarla bu işi çözebileceğimizi söyledi...
Birlikte gittik... Galericiler de aynı tarikattandı... Başta sakalları olmak üzere, giyimleri ve konuşmalarıyla zaten ne kadar 'takva' bir yere geldiğimiz anlaşılıyordu!.. Bizim arkadaşın onlara hürmet şeklinden aradaki hiyerarşi de ortaya çıkıyordu... Belli ki 'mürit ötesi' galericilerdi bunlar...
***
Hem arabama binmeye devam edeceğim, hem de sıkıştığım parayı bulacağım formül neydi? Tabii bu arada günaha da girmeyeceğim!..
Anlattılar öğrendik... Birbirinden bağımsız iki ayrı ticaret yapacakmışız... Önce ben arabamı onlara satacak, paramı cebime koyacakmışım... Bu ticaret burada sonlanıyor...
Şimdi geliyoruz ikinci ticarete... Artık onların olmuş bizim 'eski araba'yı pazarlıkta kaça anlaşırsak geri alıyorum... Bu sefer aramızdaki ticaret vâde farklı!.. Tabii enflasyonun birkaç puan üzerinde!..
Net bir şekilde peşin, meselâ 15 bine sattığım arabayı daha galeriden çıkmadan taksit taksit ödemek kaydıyla 20 bine geri alıyorum!.. Böylece hem arabamı kullanmaya devam ediyorum, hem nakit paraya kavuşuyorum, hem de tefeye yani günaha bulaşmadan ticaret yaparak vâdeli borçlanıyorum!..
Ne var bunda değil mi? Ticaretin birinde araba satmış oluyorum!.. Diğer ticarette de vâdeli araba almış oluyorum!.. Yani arabamı tefeciye rehin verip, faizle para almamış oluyorum!..
Yanlış anlaşılmasın, kesinlikle tefecilik yok!.. Akıllarınca her şeyi kitaba uydurmuşlar!.. "Biz bu yöntemle birbirimizi kandırabiliriz ama tövbe hâşâ Allah'ı nasıl kandıracağız?" diye sorduğumda yüzüme nasıl da gaf yapmışım gibi baktıklarını ve pişkinliklerini çok iyi hatırlıyorum...
***
Sonra bunun yaygın bir yöntem olduğunu öğrendim... İnsan zamanla şaşırmamayı öğreniyor... Kendini 'fırka-i nâciye'den gördükten sonra nasıl her şeyi meşrulaştırılabildiğini...
Zenginleşmek eğer senin ve senin gibilerin temsil ettiği değerlere hizmet içinse, yâni senin şahsında aslında 'din-i mübin' kazanacaksa, sen ise "O zenginliğin sadece bekçisiyim" dümeniyle huzur bulacaksan, parayı kazanmanın yöntemi bir anda anlamsızlaşıyor... Kurallı kuralsız olması hiç fark etmiyor...
Aynı şekilde siyasî rakibini 'din dairesinin dışında' veya 'şuursuz' olarak gördüğünde, bu işin bir 'harp' olduğunu kabul ettiğinde, makam, mal ve parayı bu mücadelede mutlaka elinde bulundurması gereken bir 'silah' gibi düşündüğünde 'günah' gibi görünen pek çok şey nitelik değiştiriyor... 'Ayıp, kusur, günah, haram, adaletsizlik' gibi değerlendirilen kavramlar zamanla işleyenlerin üzerinde neredeyse kahramanlık ve fedakârlık gibi duruyor!..
***
'Düşman'sa ona adaletsizlik yapılabilir!..
'Düşman'sa karısı ve kızları için savaş hukuku tavsiye edilebilir!..
'Düşman'sa malına ganimet muamelesi yapılabilir!..
'Düşman'sa onunla mücadelede her araç meşru sayılabilir!..
'Düşman'sa hürriyeti alınabilir!..
***
'Bizden'se ne yaparsa 'doğru'dur, ne söylerse 'hikmetli'dir!..
'Bizden'se ganimet üzerinde hakkı vardır!..
'Bizden'se ne yaparsa yapsın 'ululemre itaat' farzdır!.. Bize adaletsizlik gibi görünen aslında adaletsizlik değildir, öyle görüyor olmak göz kusurudur!..
'Bizden'se yaptığı her şey stratejidir, din ve millet içindir!.. Kullandığı her türlü araç meşrudur!..
***
Peki 'düşman' kim, 'bizden' olan kim? Bu ayrımları kim neye göre, hangi kriterleri uygulayarak yapıyor?
Eğer ölçü "Benim partim, benim tarikatım, benim mezhebin, benim cemaatim, benim ekolüm" yani üzerine 'fırka-i nâciye' giydirilmiş taassubumsa, maalesef problem kalmıyor ve dünya 'bizden ve diğerleri'nden ibaret hâle geliyor...
Hâl böyle olunca bizim o soru gerçekten eğreti kalıyor: "Birbirimizi kandırabiliriz ama tövbe hâşâ Allah'ı nasıl kandıracağız?"