Ateş olmayan yerden, duman çıkmaz
Son günlerde ekonomide mevcut olan risklerin artık tehlike boyutuna ulaştığı daha çok netleşti. Bunu içeride ve dışarıda söylemler ve bir çok rapordan anlıyoruz.
TÜİK’in reel sektör güven endeksi, güvensizlik düzeyine indi. Tüketici güven endeksi ise dibe vurdu...
Başbakan yardımcısı Babacan bayramdan önce ekonomide risklere ve tehlikeye dikkat çekti...
Uluslararası Para Fonu (IMF ) yeni raporunda (Changing Growath Trends Carry New Global Spillovers) yüksek cari açığı ve enflasyonu olan, Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeleri “Kırılgan gelişmekte olan ülkeler” olarak tarif etti. Aynı gelişmekte olan ülkelerde büyümenin düşeceği vurgulandı.
Ekonomide gidişat doğal olarak siyaseti de etkiliyor. Eğer Başbakan yardımcısı gibi iktidarda olan bir siyasetçi ekonomide tehlikeden bahsediyorsa, o siyasetçi topluma karşı olan görevini yerine getiren ve dürüst siyasetçidir. Zira bu gibi siyasetçiler pisliği halının altına süpürmez ve güçleri yeterse siyasi iktidarları önlem almaya zorlar.
Ne var ki, toplumun da işin farkında olması ve yeni ekonomik politikalar talep etmesi gerekir. Bu gerçeğe karşılık başka bir gerçek, her toplumun ekonomide, “yarına değil bu güne bakmak” gibi ağır bir zaafiyet içinde olması gerçeğidir.
Türkiye’de yüksek cari açık ve yüksek dış borcun etkisi bugün anlaşılmıyor ve fakat yarın zorunlu olarak ortaya çıkacaktır. Bu gün enflasyonun verdiği canlanma, borçlanarak yapılan ithalat, mevcut sıcak para ve spekülatif sermaye suni bir refah yaratıyor. Gerçekte bir ülkenin cari açıkla ve dış borçla (sıcak para da ne zaman çıkacağı belli olmayan bir kısa vadeli borçtur) bugünü yaşaması elbette ki daha fazla sürdürülemez. Yarın dış borçlarımızı ödemek zorunda kalacağız. O zaman yediklerinden daha fazlasını geri ödeyeceğiz. Yurt dışına kaynak çıkışı fakirleşme yaratacaktır.
IMF raporunda da belirtildiği gibi, ABD ve İngiltere gibi ülkeler normalleşme dönemine girmektedir. Bu demektir ki eksi faiz dönemi bitecek ve normal faiz dönemine geçilecektir. Gelişmekte olan ülkelerde ve özellikle ABD’de faizlerin artmasıyla, uluslar arası sermaye gelişmekte olan ülkelerden çıkıp bu ülkelere gidecektir.. O zaman Türkiye’nin yabancı sermayeyi tutması için faizleri daha çok artırması gerekir.
Yabancı sermaye girişinin azalması yanında sıcak para çıkışının da artması halinde Türkiye cari açığın finansmanında zorluk çekebilir. Yeni dış borcu daha pahalı alır. Dış borçları çevirmekte zora girebilir.
Yine halen yüzde 3 seviyesinde düşük olan büyüme oranı daha da düşebilir. Çünkü iç tasarruflar zaten yüzde 12 düzeyine geriledi. Yatırım - tasarruf açığı dış kaynak girişi ile sağlanıyor. Dış kaynak girişi azalırsa, ithalatın ve yatırımların finansmanı da zora girecektir. Düşük büyüme oranı ile Türkiye 400 milyar doları aşan dış borçlarını ödemekte zorlanacaktır. İşsizlik te artacaktır.
Eninde sonunda Türkiye hazır yediklerinin maliyetine katlanacaktır. Ne var ki bu maliyeti en aza indirmek için önce hükümetin ekonomideki gidişata ve mevcut tehlikeye doğru teşhis koyması ve arkasından bu teşhise göre yeni bir iktisat politikası tespit etmesi gerekir. Ne var ki bugünkü hükümet böyle bir yaklaşım içinde değildir. Bir nedeni Cumhurbaşkanlığı seçimi sonrasındaki belirsizlik, diğer nedeni de AKP içinde farklı çıkan seslerdir. Bunun için hükümetin köklü ekonomik önlemler alması mümkün değildir.
Muhalefet ise daha çok siyasi iktidarın tayin ettiği oyun alanında oynuyor. Yeni bir iktisat politikası geliştirme ve önerme gibi bir dertleri yok. Söz gelimi CHP yalnızca geçmiş rakamları yorumlamak ve tenkit ederek siyasi iktidarın sahasından bir türlü çıkamıyor. Sonuçta muhalefetin siyasette kendi oyun alanlarının olmaması, topluma umut ve güven vermiyor.