Atatürk'ün etnik köken tespitleri!

Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ, Atatürk’ün Türk Milleti tanımını yaparken kullandığı, “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk Milleti denilir” ifadesini tekrarladı diye buradan “Türkiyelilik” kimliği çıkarmak isteyenlerin çarpıtmalarını yazmaya başlamıştım ki Genelkurmay Başkanlığı açıklaması geldi: “Bu tanımdan ‘Türkiyelilik’ gibi tanımlara ulaşılabileceğini düşünmek ve bu şekilde değerlendirmeler yapmak; hem Atatürk’ün ‘Türk Milleti’ tanımını niçin yaptığını, hem de ‘ulus devlet’ kavramının ne anlama geldiğini anlayamamak ve konuyu saptırmak demektir. Ulus-devlet yapısı içinde, bu şekildeki düşüncelerin yeri olamaz”


* * *

Madem ki Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesinde Atatürk birinci kaynaktır; o halde etnik unsurlara ve teröre bakışını da hatırlatalım:
Sadi Borak’ın “Atatürk’ün Resmi Yayınlara Girmemiş Söylev, Demeç, Yazışma ve Söyleşileri” kitabında da kayıtlı olduğu üzere Atatürk, Cumhuriyet ilan edilmeden önce, 2 Şubat 1923 günü İzmir’de halka hitaben uzun bir konuşma yaptı. O konuşmada, gençliğin nasıl yetiştirilmesi üzerinde de
durdu:
“Bizim kuvvetli seciyemiz tabii millî
seciyemizdir.
Daima ve daima bu millî seciyemizi yükseltmek, muhafaza etmek lazımdır. Belki bu ifadeden milliyetperverlik çıkar. O çıkar. Ancak bunu diğer vatandaşlarımızın, yani bütün vatandaşlarımızın birbirine karşı kötü yorumlamasına mahal yoktur. Zira Türkiye halkı denildiği zaman biliyorsunuz ki, kaderlerini birleştirmiş olan ve duygularıyla, dinen birbirine kalplerini bağlamış olan insanlardan mürekkeptir.
Bunların içinde ırken muhalif olanlar vardır. Fakat muhalif ırkta bulunanlardan birinin diğeri üzerinde onun milliyetini yok edecek bir dâvâda bulunmasına hacet yoktur. Fakat her biri için ayrı ayrı olduğu gibi Türkler için de daima sadık kalmak, millî seciyelerini yükseltmek, bütün teşebbüslerinde bu sağlamlığı göstermek lazımdır. Bu noktada tembellik büyük felâketlerin sebebi, yapıcısı olur.
Nitekim şimdiye kadar böyle olmuştur.
Milliyet duygusu, başlıbaşına bir sosyal heyete kuvvet ve katılık veren ve hayat kabiliyetini genişleten bir keyfiyettir. Bunda cahil olan, bunda gafil olan insanlardan kurulu olan bir sosyal heyet, bir ırk, kopmaya mahkûmdur ve böyle bir heyetin içinde zaten lüzumu kadar iyilik ve kuvvet olamaz ve böyle bir heyet ve böyle bir millet, devlet yapamaz.
Açık söyleyelim ki, Türkler bu noktadaki gafletlerinin çok cezalarını çekmişlerdir. Efendiler! Gaflete sapmış olan Türkleri çiğnediler, ezdiler ve kovdular. Ben mektepten kurmay yüzbaşı olarak çıktığım zaman itiraf ederim ki böyle bir fikir bende yoktu. (Atatürk, burada staj için Arabistan’a gönderildiğinde Arap kökenli erlerin, Türkçe anlamadığını anlatıyor..) Bu ve bunu takip eden misallerle yavaş yavaş bir şey anlamaya başladım.
Bir şey hatırlatayım. Biliyorsunuz ki Makedonya’da, nihayetsiz mücadeleler oluyordu. Türkler, Bulgarlar, Sırplar vuruşuyorduk. Niçin vuruşuyorduk? Ben o zaman bilmiyordum ve o zaman benim gibi birçokları da bilmiyordu. En çok çarpışanlar en az biliyordu.
Hakikatte onlar, milliyetini izhar, varlıklarını ispat için çalışıyorlardı. Biz onlara diyorduk ki: Canım hepimiz Osmanlıyız, aramızda fark yok. Susmadıkları için tepelemeye çalışıyorduk. En nihayet onlar bizi tepelediler ve bizi kovdular.
Onun için vereceğimiz hars bu noktadan olacaktır. Çocuklarımızı öyle yetiştireceğiz ki bu mücadeleye kabiliyetli olsunlar. Bu mücadelenin dayandığı her türlü cihazlara sahip bulunsunlar. Ve buna katiyen emin olalım ki bu suretle cihazlanmamış olan sosyal heyet bugünkü mücadeleye karşı duramaz.”

Yazarın Diğer Yazıları