Atatürk'ü hıçkırarak anlatan bir tarihçi…
Gazeteciliğe başladığım yıllarda, kısa muhabirlik döneminden sonra uzun yıllar mutfakta yani "yazıişleri"nde çalıştım. Bir gün Son Havadis gazetesinde, bir yazı dizisinin yayınlanacağı sayfayı hazırlarken, bir kişinin tepemde dikilip beni takip ettiğini fark ettim. Dönüp baktım, meğer dizinin yazarı Muhittin Nalbantoğlu imiş… O gün tanıştık, 40 yıl neredeyse hiç ayrılmadık…
Çoğunlukla biz nereye gittiysek onu da götürürdük veya bazen bizden önce kendisi oraya gitmiş olurdu… Gazeteleri kastediyorum tabii…
***
Dünyada onun gibi hafızaya sahip bir kişi daha var mıdır bilemiyorum. Tarihte, İmamı Azam Ebu Hanife için "Kitap okurken, diğer sayfayı kapatırdı, çünkü bir defa okuduğu sayfayı ezberlerdi" denilir. Diğer sayfaya gözü kayarsa, metin hafızaya yanlış kaydolmasın diyeymiş…
Muhittin ağabey, bir okumada her metni ezberlemezdi ama özellikle İstiklal Savaşı sırasında "Mustafa Kemal Paşa'nın İslâm Âlemine Beyannamesi" gibi metinleri, noktasına virgülüne kadar şiir gibi okuyabilirdi. Tarihi konuşmalar yaparken, cephedeki Atatürk'ü hıçkırarak anlatırdı...
Allah vergisi hafızası sayesinde Türk tarihi ile ilgili her kitabı, yayınevi, yayın yılı, sayfa sayısına kadar bilirdi. Beyni kitap kataloğu gibiydi ama kitapların içeriğini de bilirdi. Bahsettiği bir kitabı siz de okumuşsanız, içeriğiyle ilgili sohbet de edebilirdiniz. Size hangi tespitin hangi sayfada olduğunu bile söyler, o tespiti başka kaynaklardaki görüşlerle kıyaslar, muhakemesini de yapardı.
***
Yakın tarihle ilgili veya sosyal bir konuda araştırma yapacaksam, zaman kaybetmemek için önce ona gider, hangi kaynaklara öncelik vermek gerektiğini sorardım. Tercüman yıllarındayken bahsettiği kaynakların çoğunu gazetenin kütüphanesinde bulurdum. Olmayanları kendisi getirirdi ve süreli olarak verirdi. Meselâ, Hz. Ali Divanı'nı, bir aylığına vermişti. Çok nadir kişiye kitap verir, "Ben nasıl buluyorsam siz de arayıp bulun" derdi…
Kendisine ayrılan bölme veya oda yeterli gelmez, kitaplarıyla birlikte etrafa yayılırdı. Bir defasında, geniş bir bölmeyi ikimize ayırmışlardı. Bir ay sonra, masama gidebilmek için kitaplar arasından bir dehlizden geçmek zorunda kalmıştım… Son olarak, Yeniçağ'ın arşivi boşaltılmış ona tahsis edilmişti… Depo niyetine kiraladığı evlerde fazla barınamazdı. Ev sahipleri, tavana kadar kitap dolu evde "yangın çıkar" diye korkardı… Son yıllarda depo da kiralamaya başlamıştı. Her depoda yüz binlerce kitabı zayi oldu…
***
Çekirdekten yetişme gazeteci ve tarihçiydi. Cumhuriyeti kuran kadro ve dönemin ünlü gazetecileri, yazarları ve şairleriyle genç yaşında yayıncı olarak muhatap oldu. Bütün notları beynindeydi…
Nalbantoğlu, birçok araştırmada kaynak kişi de olmuştur.
Meselâ Mehmet Akif Ersoy'un bir dostuna yazdığı mektupta, Atatürk için, "Mısır'da on bir yıl kaldım. Fakat on bir saat daha kalsaydım, artık çıldırırdım. Sana halisane (içtenlikle) fikrimi söyleyeyim mi? İnsanlık da Türkiye'de, milliyetçilik de Türkiye'de, Müslümanlık da Türkiye'de, hürriyetçilik de Türkiye'de. Eğer varsa Allah benim ömrümden alıp O'na versin." dediğini ortaya çıkardı.
Nalbantoğlu'nun İstiklâl Marşı ve Mehmet Akif Ersoy kitabı da bu alandaki birinci kaynaktır.
Yine askerlik görevini yaparken, Anıtkabir'de, Atatürk'ün okuduğu kitapları tasnif için kurulan heyette çalıştığı sırada, 1924 yılında Türkçe olarak basılan Orhun Abideleri kitabının matbaadan çıkar çıkmaz Atatürk'e hediye edildiğini tespit etmiştir. Nalbantoğlu, kitapta, Bilge Kağan'ın "Ey Türk budunu" diye başlayan, bütün Türk Milleti'ne hitap ettiği son sayfanın kenarına, Atatürk'ün kendi el yazısıyla, "Büyük Nutuk böyle bir ifadeyle hitam bulacaktır" diye not düştüğünü de görmüş ve yazmıştır.
Muhittin ağabey anlatmakla bitmez… Allah rahmet eylesin.