Atatürk'ten Abdullah Gül'e bir uyarı!
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül “Bugün, devletimizin temel nitelikleri ve üniter yapısı korunarak, çeşitlilik arzeden etnik, dini, kültürel gruplar arasındaki ilişkilerin çağın ruhuna uygun bir biçimde geliştirilmesi amacına dönük bir tartışma sürecinden geçiyoruz. Bu süreç, millet olma bilincimizin güçlenmesine hizmet edecektir. Milletimizden gelen demokratik taleplerin doyurucu bir biçimde karşılanması devletin varoluş sebebidir. Anadolu’nun tüm tarihi mirasını korumak devletin Anayasal görevidir” dedi.
Demek ki tartışmaları Gül de destekliyor.
Demek ki Gül’e göre etnik taleplerin gereğini yerine getirmek ve Güroymak’ı Norşin yapmak devletin Anayasal görevi oluyor!
Gül’ün bu sözleri temelinden yanlıştır!
* * *
Devletin Anayasal görevi, Türk Milleti’nin egemenlik hakkını korumaktır.
Devletin kurucusu olan Atatürk, kuruluş felsefesini de net bir şekilde özetlemiştir.
Atatürk, büyük nutkunu sona erdirirken temel görüşünün ne olduğunu açıklar:
“Bizler her vasıtadan yalnız ve ancak bir tek temel görüşe dayanarak yararlanırız. O görüş şudur: Türk Milleti’ni medeni dünyada lâyık olduğu mevkiye yükseltmek, Türkiye Cumhuriyeti’ni sarsılmaz temelleri üzerinde her gün daha çok güçlendirmek...”
Türkiye Cumhuriyeti’nin temel felsefesi, Ata’nın şu içten sözlerinde daha belirgin bir şekilde ortaya çıkar:
“Şüphe yok ki, arkadaşlar, millet, birçok fedakârlık, birçok kan pahasına, en nihayet elde ettiği hayat dayanağına kimseyi tecavüz ettirmeyecektir. Bugünkü hükümetin, Meclis’in, kanunların, Anayasa’nın mahiyeti ve hikmeti hep bundan ibarettir.”
Bu itibarla, Cumhurbaşkanı, Başbakan veya Genelkurmay Başkanı da olsa, kimse işgal ettiği makamın gücüne veya uluslararası dengelere güvenerek, Türk Milleti’nin egemenlik hakkını tartışmalarla yumuşatacağını zannetmesin!
Yakışıksız olan şudur ki, Gül, kendi hedefine ulaşmak için Atatürk’ün hedefini istismar ederek, “Farklılıklarından korkan bir devlet Mustafa Kemal Atatürk’ün hedef gösterdiği çağdaşlığı yakalayamaz” dedi.
Atatürk, “Türk kültürünü çağdaş uygarlık seviyesinin üzerine çıkaracağız” demişti, Anadolu’daki medeniyetler mezarlığına ait kültürü veya etnik bir federasyonu değil!
* * *
Yine Gül, “Başkalarının bizi raydan (AB yolundan) çıkartmak için zaman zaman sabrımızı zorlayan yaklaşımlarını kaydetmeli ama bu nedenle çabalarımızı azaltmamalıyız. Türkiye dışarıdan gelen rahatsız edici seslere bu anlamda kulağını tıkamalı ve geçen sene de bu kürsüden ifade ettiğim gibi, gerekirse kendi kendine kalsa bile fasılları açıp kapama iradesini canlı ve taze tutmalıdır. Burada esas hedefin Türkiye’nin her alanda dünyadaki en yüksek standartlara kavuşması olduğunu unutmamalıyız. Bu yolda, milletimiz o standartlara layık olduğu için bu çabayı gösteriyoruz” dedi.
Bu sözler şu anlama geliyor:
Avrupa, Türkiye’ye ve Türklere hakaret etse, Türkleri köpek kapısına bağlanmış olarak gösterse, “Kürtleri ve Alevileri azınlık haline getirin, Fırat ve Dicle sularını ve havzasını İsrail’in dahil olduğu bir AB komisyonu yönetsin” dese, son olarak Avrupa İnsan Hakları Komisyonu, okullarda söylenen “andımız” da, “Ne Mutlu Türk’üm Diyene” sözünün yer almasını “etnik ayrımcılık” olarak değerlendirse bile önemli değil, yarın girecekmiş gibi AB için, hiç girmeyecekmiş gibi Türkiye için çalışmaya devam edin!
Anlaşılıyor ki Abdullah Gül’e göre AB bir cennettir.
Zaten “Dağa taşa Ne mutlu Türk’üm diyene yaza yaza ilkelleştik” diyen Abdullah Gül değil miydi.
Avrupa da onu söylüyor zaten. AB ile niçin birlikte yürüdükleri anlaşılmıyor mu?