Atatürk Türkiye'si Erdoğan Türkiye'si
Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, Avrupa'nın Türkiye ile ilişkinin sağlamlaşması gerektiğini söylerken, "Erdoğan'ın Türkiye'si Mustafa Kemal'in dönemindeki Türkiye değil. Ama Türkiye ile yeni bir tip ilişki tesis edilmeli" dedi.
Macron'un bu tespitine, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'dan, AKP'den, Dışişleri Bakanından, Muhalefet partilerinden, sivil toplum örgütlerinden ve bir avuç gerçek özgür gazeteci yazardan tepki ya da yorum bekledim.
Yapılmadı.
Macron bu açıklamasının devamında ise şunları söyledi:
"Türkiye Cumhurbaşkanı Avrupa karşıtı görünen pan İslamcı gündemini her gün yeniden teyit ederken dürüst ve açık bir şekilde Türkiye'nin AB üyeliği hakkında konuşmaya devam edebileceğimizi düşünüyor muyuz? Dolayısıyla AB üyeliği değil de stratejik ortaklık inşa etmek lazım. Bu iki güç kolektif güvenliğimiz için önemli olduğundan Rusya ve Türkiye ile stratejik ortaklık lazım, onların Avrupa ile bağlı olması lazım."
Macron'un bu sözlerine ise Dışişleri Bakanlığından, "Ülkemizin Avrupa karşıtı olduğunu söylemek gerçekle örtüşmüyor. Macron'un Türkiye'nin AB süreciyle ilgili açıklamalarını derin teessüfle karşılıyoruz. Türkiye AB'ye tam üyelik yolunda ilerlemeye kararlıdır" diye bir açıklama yapıldı.
Dışişlerinin açıklamasında da Macron'un, "Atatürk Türkiye'si - Erdoğan Türkiye'si" mukayesesi görülmezden gelinince bu sözleri yorumlamak da bana düştü.
Atatürk Türkiye'sinden başlayalım.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin nüfusu 13 milyon, 11 milyon insan köylerde yaşıyor.
40 bin köy var, 37 bininde okul yok, postane yok, dükkân yok
30 bin köyde, yani her 4 köyün 3'ünde cami yok.
Traktör, biçerdöver yok.
Bütün memlekette sadece 5.000 hektar alan sulanıyor.
5.000 köyde sığır vebası var. Hayvanlar kırılıyor, insanlar kırılıyor
Bebek ölüm oranı yüzde 40, Anne ölüm oranı yüzde 18
Ülkede sadece 337 doktor, 60 eczacı, 4 Hemşire var, Diş hekimi yok.
İşgal sonrası, yanmış bina sayısı 115 bin, hasarlı bina sayısı 12 bin,
Ülkeyi yeniden inşa etmek gerekiyor kiremit bile yok.
Limanlar madenler yabancıya ait, Demiryollarının 1 metresi bile bizim değil, toplam sermayenin sadece yüzde 15'i Türk.
10 kişiden fazla işçi çalıştıran 280 işyeri var, bunların da 250 si yabancıya ait
Kişi başı milli gelir 45 dolar.
Elektrik sadece İstanbul, İzmir ve Tarsus da var.
4 mevsim kullanabilen karayolu yok
Sadece 4 ilde özel otomobil var.
Erkeklerin sadece yüzde 7 si, kadınların sadece binde 4'ü okuma yazma biliyor.
Ülkede sadece 1 tane üniversite 4.894 İlkokul, 72 ortaokul ve 23 lise var.
Bu şartlarda kazanılan Büyük Zafer sonrası kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devleti Atatürk döneminde dev sanayi yatırımları yaptı.
İşte tüm bu zorluklara rağmen Genç Türkiye Cumhuriyeti Devleti bir yandan devlet yatırımları ile fabrikalar kurarken, Medeni Kanun, Ticaret Kanunu, Ceza Kanunu, Milli Eğitim kanunu, basın kanunu başta olmak üzere birçok yasal düzenleme Atatürk döneminde yapıldı.
Devletin idari yapısı teşkilatlanması sağlandı. Gazeteler yayın hayatına giderek artan sayıda başladı
Demokrasiye geçişin temelleri atıldı, Türk kadınına seçme ve seçilme hakkı verildi, tekke ve zaviyeler kapatıldı, Diyanet İşleri başkanlığı kuruldu.
1924 Anayasası ile Yürütme, Yasama ve Yargı güçleri birbirinden ayrıldı, laiklik ilkesi Anayasa'ya 1937 yılında eklendi
Erdoğan Türkiye'sine gelince,
96 yıllık demokratik parlamenter rejim yıkılarak Atatürk'ün bile reddettiği "tek adam" sistemi olan Başkanlık sistemi 16 Nisan referandumu ile kabul edilip, 16 yıllık AKP iktidarı sonrasında 24 Haziran seçimleri sonrası yürürlüğe girdi.
Yasama Yürütme ve Yargı Cumhurbaşkanının kontrolü altına alındı.
Meclis'in Cumhurbaşkanı Hükümetini denetleme yetkisi yok denecek kadar azaltıldı.
İstihdamı sağlayacak dev yatırımlar yapılmadı.
Yap işlet formülü devletin yatırımcılara "dövizli kar" veren garantili bir sisteme dönüştürüldü.
Şeker fabrikaları başta birçok devlet kuruluşu özelleştirildi, bankalar ise ağırlıklı olarak yabancı sermayenin kontrolüne geçti.
Her ne kadar Avrupa Birliğine tam üyelik isteniyor gibi görülse de kişi hak ve özgürlüklerinin kısıtlanması, medya ve gazetecilere yapılan baskılar, yargının siyasetin emrine girmesi Türkiye'yi Avrupa kapısından uzaklaştırdı.
Sonuç olarak söylemek gerekirse Fransa Cumhurbaşkanı Macron aslında "Türkiye'nin Atatürk ilke ve devrimleri çizgisinden çıktığını" açıkça hatta sertçe vurguluyor.
Ki işte bu önemli tespiti iktidar, muhalefet, aydınları ve gazeteciler görmezden, duymazdan geliyor.
Malazgirt'i büyük coşku ile kutlayan Cumhurbaşkanı ve AKP 30 Ağustos Zafer Bayramını Ankara'da göstermelik resmi törenlerle neredeyse zoraki şekilde kutladı.
Yazık, çok yazık…
Buradan CHP'ye, İYİ Parti'ye, Saadet Partisi'ne, hatta MHP'ye ve tüm sivil toplum örgütlerine 29 Ekim Cumhuriyet Bayramını çok büyük coşku ile kutlayacak coşkulu törenler düzenlemeleri için çağrıda bulunuyorum.