Ata’nın vasiyeti: Görevini kendin belirleyeceksin!
Kitap fuarında bir genç, hüzünle ve merakla yüzüme baktı baktı ve “umudunuz var mı?” diye sordu.
“Elbette var” dedim, “Ben varsam umudum da var. Üstelik koca bir millet artık olanları görüyor, bütün mesele olayları millete anlatabilmekteydi” dedim.
* * *
Peki, bugün andığımız Mustafa Kemal Paşa’nın benzer şartlarda uyguladığı yöntem neydi?
Mustafa Kemal Paşa, TBMM’de gizli celsede konuşurken yöntemini şöyle açıklamıştı:
“Hükümet merkezi, düşmanların şiddetli çemberi içindeydi. Siyasal ve askeri bir çember vardı. İşte böyle bir çember içinde, yurdu savunacak, ulusun ve devletin bağımsızlığını koruyacak kuvvetlere emrediyorlardı. Bu biçimde verilen emirlerle devlet ve ulusun araçları olan kurumlar, temel görevlerini yapamıyordu. Yapamazlardı da. Bu araçları savunmanın başta geleni ordu da, ordu adını korumakla birlikte, elbette temel görevini yerine getirmekten yoksundu. İşte bunun içindir ki, yurdu savunmaktan ve korumaktan ibaret olan temel görevi yerine getirmek, doğrudan doğruya ulusun kendisine kalıyordu. İşte buna Kuvayı Milliye diyoruz.”
Peki bugün aynı yöntem geçerli midir?
Bugün de yurdu savunmak ve korumak milletin kendisine kalmak üzeredir. Siyasi partiler de aynı çember içindedir. Suça bulaşmış insanlar tarafından Kuvayı Milliye’nin sahteleri üretildiği için millet, kendi teşkilâtını da kuramamıştır.
Bugün ordu müfettişi göreviyle Anadolu’ya tam yetkiyle komutan göndermek yetkisi de kimsede yoktur ki milleti o teşkilâtlandırsın.
* * *
Peki hiçbir şey yapmadan bekleyecek miyiz?
Elbette ki beklemeyeceğiz.
Çünkü yine Mustafa Kemal Paşa’nın söylediği gibi “Asıl olan iç cephedir. Bu cephe bütün memleketin, bütün milletin meydana getirdiği bir cephedir.
Görünürdeki cephe, doğrudan doğruya ordunun düşman karşısındaki silâhlı cephesidir. Bu cephe sarsılabilir, değişebilir, yenilebilir. Fakat bu durum hiç bir zaman bir memleketi, bir milleti yok edemez. Önemli olan, memleketi temelinden yıkan, milleti esir ettiren iç cephenin çöküşüdür. (...) Meclis’in zihniyeti, çalışmaları ve durumu, düşmana ümit verici olmadıkça iç ve dış cephelerimizin yerinden oynamasına imkân ve ihtimal yoktur. (...)
Gerçekten de bugünün hayat şartları içinde bir tek fert için olduğu gibi, bir millet için de kudret ve kabiliyetini fiilî eserlerle gösterip ispatlamadıkça kendisine değer verilmesini ve saygı gösterilmesini beklemek boşunadır.
Kudret ve kabiliyetten yoksun olanlara değer verilmez. İnsanlık, adalet ve cömertliğin gereklerinin yerine getirilmesini, bütün bu vasıflara sahip olduğunu gösterenler isteyebilir.”
* * *
Demek ki umutsuzluğa kapılmak iç cephenin çökmesi demektir!
Sonra da göreve atılmak için içinde bulunduğun imkân ve şartları düşünmeyeceksin.
Milletin her ferdi, milli şerefi korumakla görevlidir! Her Türk doğal olarak görevlidir. Bu görevi ona tarihi ve kimliği vermektedir, Bilge Kağan vermektedir, Atatürk vermektedir; çembere alınmış devletin kendi ikbalini düşünen yöneticileri değil!
Görevi kimseden bir emir olarak beklemeyeceksin! Çünkü senin milli zannettiğin bütün teşkilâtlar çembere alınmış durumda! Bunlardan emir alırsan, şerefini koruyamaz hale düşersin!
Görevi kendin belirleyeceksin! Senden başka da kimse bilmeyecek!