Asla değişmeyecek olan gerçek
Yavuz Selim Demirağ'a saldırının ne kadar adice, ne kadar kahpece ve ne kadar korkakça olduğu tartışma götürmez… Ama ondan daha aşağılık bir durum var: Failleri oraya gönderenler, öylesine tarif edilemez korkak, öylesine sınırsız birer ödlek ki hedefteki kişilerin de öyle olabileceğini zannediyorlar…
Yani kendilerinden biliyorlar!.. Kendileri böyle bir tehdit veya saldırıya maruz kaldıklarından derhal sinecekleri için kafalarında başkalarını da öyle resmediyorlar ve sonuç alabileceklerini umuyorlar… Çünkü kitaplarında delikanlılık yok, racon yok, mertlik yok… Kapılarına sırtlanlar değil, postacı geldiğinde bile hizaya geçiyorlar muhtemelen…
***
9 Aralık 2016'da gazetemizin İstanbul'daki merkezi saldırıya uğramış, yüzleri maskeli, pardon peçeli, yaklaşık 30 kişi taş, sopa ve sloganlar eşliğinde aldıkları talimatı yerine getirmişti…
Saldıranların ve saldırının karakteri değişmiyor… O gün gazetemizin merkezine saldıranlar ve karakterleriyle, daha doğrusu karaktersizlikleriyle, bugün Yavuz Selim Demirağ'a yapılan saldırı arasındaki kan ve karakter bağı hemen hemen aynı…
O gün gazetedeki köşeme şu sonu düşmüştüm: Bunlar delikanlıydı!.. Yaptıkları eyleme imzalarını atamayacak kadar delikanlı!.. Dünyanın en adi örgütleri bile yaptıkları eyleme bir şekilde mühürlerini basarken, Yeniçağ'a saldıranlar, güvenlik kamerası görüntülerinden de anlaşılacağı üzere, sanki sırtlan belgeseli çevirip kaçtılar… Daha sonra da "Biz yaptık, şundan dolayı cezalandırdık" mesajını veremeyecek kadar korkakça davrandılar…
PKK'nın fistanlı teröristleri gibi yüzleri peçeli alçaktı bunlar... Yeniçağ'ın nasibine de böyle namert düşmanlar düşmüştü... Neyse ki gazete bu konuda idmanlıydı… Bu tür saldırılardan sinmesi söz konusu olamazdı…
Türkçemizde güzel bir atasözü vardır: "Kişi karşısındakini kendisi gibi bilir"… Yeniçağ'a saldırıyı organize edenler, bizleri de muhtemelen kendileri gibi korkak zannettikleri için bu saldırının sonuç vereceğini zannettiler… Tırsarız, onları rahatsız eden yazdıklarımızı bundan sonra yazmayız, duruşumuzu bozarız diye düşündüler…
***
Böyle düşünen namertlere bugüne kadar hüsran düştü, bundan sonra da hüsran düşecek… Biz yine milliyetçi duruşu yazacağız…
Biz yine üniter yapının yanında, bin yıldır bu topraklarda verilen 'tutunma kavgamız'ı yazacağız…
Biz yine terör örgütlerinin hedefi yapılmış üniversiteli kardeşlerimizin yanında olmaya devam edeceğiz, onları yazacağız…
Biz yine Halep'i, Musul'u, Kerkük'ü, Telafer'i, Kıbrıs'ı, ezilen, yok edilmek istenen Türk yurtlarını ve üzerlerine ateş yağan kardeşlerimizi yazacağız…
Biz yine acı ve sefalet içindeki Müslümanları, emperyal postallar altında tecavüze uğrayan Irak'lı kadınları, battaniyelerle topluca sarılarak gömülen Afgan çocukları, bir avuç pirinç sırasında bombalanan ümmetin gariplerini yazacağız…
Biz yine millî birlik ve beraberliği yazacağız… Sınırların mezheple ve etnik taassupla yeniden çizilmek istendiği barut kokan coğrafyanın yanı başında ölümüne kardeşliği yazacağız…
Biz hep bu toprakların türküsünü dinleyeceğiz, bu toprakların türküsünü söyleyeceğiz, bu toprakların türküsünü yazacağız…
Bu toprakları bize vatan kılanların ödedikleri bedellerin yanında ödediğimiz ve ödeyeceğimiz hiçbir bedeli asla bedelden saymayacağız… Yazacağız, daha çok yazacağız…
Bunlar kimlerin işine gelmiyorsa şimdi daha fazla kinle ve daha ağır silahlarla saldırsınlar… Çünkü biz daha da bilendik ve daha çok yazacağız…
***
Hiçbir şey değişmeyecek bizim açımızdan… Bu gerçeği, pusuda kullanılan zavallılar anlamaz, anlayamaz… Talimatı verenlerin kafasının basmayacağı bir gerçeği o kuklalar nasıl idrak etsinler?
Sahte imzalı mektupla başlayan iğrenç bir komployla gözaltına alındığımızda, Yavuz Selim Demirağ nasıl durduysa, hastanede ziyarete gittiğimizde de öyle duruyordu… Gülüyordu, espri yapıyordu, bir adım geri atacak hâli yoktu, kararlılığı daha da bilenmişti…
Evet, bu durum hiç değişmeyecek… Hem Yavuz Selim Demirağ için hem de Yeniçağ ailesi için hiç mi hiç değişmeyecek…