Arap Baharı tutmadı
“Arap Baharı” olarak nitelendirilen, rejimlerin ve yönetimlerin değişimine sebep olan gelişmeler, Suriye çıkmazıyla devam etmektedir. Bundan sonra hangi ülkeleri içine alacağı veya dönüşümler göstereceği konusunda muhtelif değerlendirmeler bulunmaktadır. Ancak bilinen bir konu varsa, o da bu hareketin henüz sonuna gelinmediği ve bundan sonra da çeşitli şekillerde devam edeceğidir.
Hatta bu hareketin zamanla, Suriye muhaliflerine destek veren S.Arabistan ve Katar’ı da etkileyeceğine ilişkin düşüncelere de rastlanmaktadır. Dönüşümün ise “Arap Baharı”nı “Kürt Baharı”na çevirme hevesine kapılan Barzani, PKK ve destekçileri tarafından oluşturulmaya çalışıldığı görülmektedir.
***
Arap Baharı hareketinin gerçekleştiği ülkelere baktığımızda onların, bu yeni oluşum sonucunda söylendiği, vaat edildiği ve beklendiği gibi özgürlüğe kavuştuklarını ve ülkelerine demokrasi geldiğini söylemek oldukça zordur. Çünkü özgürlük demokrasilerde olur. Demokrasi ise laik bir yönetim, bağımsız ve adaletli bir yargı, demokratik kural ve kurumların bütünüyle işlediği bir düzende gerçekleşir. Bu da halkın demokratik kültür bilincine ulaşmasıyla mümkündür. Sadece tek başına seçim ve seçimle yönetim oluşturulması, demokrasi anlamına gelmemektedir.
Arap Baharı’ndan sonra seçim yapıldığı, ancak seçimlerde Müslüman Kardeşler ve benzeri düşüncelerin çoğunluk sağladığı görülmektedir. Bu nedenle yeni yönetimlerin demokrasi uygulamasının ve halkı özgürleştirmesinin arzu edilen ve beklenen şekilde gerçekleştiremediklerine şahit olunmaktadır. Ayrıca radikal dinci yaklaşımların ve uygulamaların çoğaldığı da bir gerçektir.
***
Diğer taraftan bu ülkelerdeki otoriter yönetimlerin yerini seçimle gelen yönetimler aldığı için, bu ülkelerin kavuştuğu kabul edilen özgürlüklerin kullanılmasının da farklı boyutlara taşındığı görülmektedir. Bölge halkı genelde provokasyonlara müsait bir yapıdadır. Radikal dinci örgütlere fırsat yaratmaktadır. Bu örgütler doğrudan eylem yapabilecekleri gibi, bunların büyük kitleleri harekete geçirmesi ve radikal olaylara sevk etmesi de mümkündür. Nitekim İslamiyet’i aşağılayan bir filmin protestosu radikalleşmiş, Libya’da başlayan ve terör olarak da nitelendirilebilecek olaylar Arap dünyasına yayılmıştır.
Bu nedenle bölgede özellikle demokrasi ve özgürlüklerden önce istikrar, güvenlik ve adaletin oluşması önemli ve öncelikli olmak zorundadır. Demokrasi ve özgürlük getirmek üzere uygulamaya konan Büyük Ortadoğu Projesi’nin etkisinde kalan ülkelerin durumu ortadadır. Arap Baharı olarak nitelendirilen hareketin de bölgeye ne kadar zarar verdiği bilinmekte, hatta yaşanmaktadır.
Küreselleşmenin de etkisiyle değişim geçirmeye zorlanan ülkelerin zaten yeterince oluşmamış ulus devlet olma özelliklerinin de tamamen kaybolduğu, etnik, mezhepsel ve aşiret yapılarına göre şekillenmelerinin etkinlik kazandığı, böylece küresel güçler tarafından daha kolay kontrol edilebilir duruma geldiği görülmektedir. Gelinen aşamada bu ülkelerin, küresel güçlerin müdahalesine de açık hale dönüştüğü anlaşılmaktadır.
***
Etrafımıza baktığımızda yeni yönetimlerin radikal, dinci, laik olmayan, daha çok Müslüman Kardeşler ve Selefi ağırlıklı olduğu görülmektedir. Suriye’de de yönetimin değişmesi halinde Müslüman Kardeşler, Selefiler, Hizbullah ve El Kaide ile komşu olacağımız beklenmelidir. İran’daki rejim ve Irak’taki durum da dikkate alındığında, pek de hoşumuza gitmeyecek bir ortamla karşı karşıya kalacağımız anlaşılmaktadır.
Arap dünyasının, Türkiye’deki İslamiyet ve dolayısıyla Müslümanlık anlayışının ve uygulamasının, kendilerine benzemediği düşüncesiyle rahatsızlık içinde olacağı değerlendirilmektedir. İslamiyet’in özgürce ve modern dünyaya uyumlu olarak en iyi şekilde yaşandığı ülke Türkiye’dir. Bu durumda Türkiye’de yaşanan Müslümanlığın kıymetini bilmemizde fayda görülmektedir.
***
Ayrıca Arap Baharı hareketinin bir Kürt Baharı hareketine dönüşmesi de, özellikle ülkemizde zemin bulamamış ve bulamayacaktır. Aslında hiçbir ülkedeki Kürtlerin, Türkiye’deki Kürt kökenli kardeşlerimizin sahip olduğu özgürlük gibi bir özgürlüğe sahip olmadığı da bir gerçektir. Irak’taki Kürtlerin aşiret tebaası olduğu, Suriye’deki Kürtlerin vatandaş dahi kabul edilmediği, İran’daki Kürtlerin de baskı altında ve demokratik olmayan bir yapı içinde olduğu görülmelidir. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının hiçbir nedenle birbirinden ayırt edilmediği, kanunlar ve fırsatlar karşısında tam eşitliğe sahip olduğu, herkesin birinci sınıf vatandaş olduğu gayet açıktır.
Olaylardan ders almamızın, Atatürk ilke ve devrimlerine ve Cumhuriyetin bugüne kadar kazandırdığı değerlere sahip çıkmamızın ve savunmamızın ne kadar önemli hale geldiği bir kere daha anlaşılmaktadır.