"Ara rejim"den çıkış çağrısı!
Libya tezkeresi ile birlikte Türkiye rejim tartışmasını da hatırladı. Mesela tezkere için hayır oyu kullanmalarının gerekçesini açıklarken Meral Akşener, Türkiye'nin Suriye'de olduğu gibi bir Arap iç savaşının parçası olmaması gerektiğini belirttikten sonra, "Bugün bir kere daha kuvvetle anladık ki Türkiye'nin iyileştirilmiş güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçmekten başka çaresi yoktur." dedi.
Akşener, basına, "Tezkerenin ucu açık. Erdoğan'ın canı istediği gibi davranış tavır ve içine girebileceği yetkilerin kendisine verildiği bir tezkere olarak değerlendirdik. Allah bu milleti korusun." diye bilgi verdi.
***
Aynı konu, eski TBMM Başkanı ve Milli Merkez Başkanı Hüsamettin Cindoruk'a da soruldu. Cindoruk'un asıl gündemi, Türkiye'nin 15 Temmuz sonrası yaşadığı "rejim bunalımı", hatta "ara rejim" idi. Fakat, Libya tezkeresinin içeriği de doğrudan rejimle ilgiliydi...
Cindoruk, De Gaulle'ün "Hitler, Alman ordusunu ekonomik kullanmadığı için kaybetti" sözünü hatırlatarak, "Türk askeri de polis gücü gibi kullanılamaz. TBMM, bu konuda kapalı oturum yapmalıydı. 1 Mart tezkeresinde Türkiye'nin kritik kayıplara uğramasına Meclis engel olmuştur. Şimdiki tezkere ise düzeltilebilirdi. Geçmişte böyle olmuştur. Libya tezkeresinin sonuçları hakkında şüphelerim var. Meclis nadasa bırakılmıştır. Bir kişinin dediği oluyor. Bu yüzden Kudüs'ün başkent yapılmasında olduğu gibi İsrail bile hayatının baharını yaşıyor. Bütün bunlar Meclis devre dışı bırakıldığı için yaşanıyor" dedi.
***
Eski DPT uzmanı Haluk Dural tarafından okunan Milli Merkez bildirisinde de şu ifadeler kullanıldı:
"Türkiye Büyük Millet Meclisi, cumhuriyetin kök hücresidir. Cumhuriyet Meclisinin yerine, Cumhurbaşkanlığı Yönetim Ofisi yerleştirmek, yapay organ nakli gibidir ve bunu bünyemiz reddetmektedir. Yüce Meclis'in yasa yapma tekeli kırılmış, Cumhurbaşkanı Kararnameleri yoluyla, Cumhuriyet rejimine aykırı kanun gücünde normlar yürürlüğe konulmuştur.
Sorumlu bir yürütme organı yerine, yönetim bir kişi tarafından icra edilmektedir. Ülkemiz, artık tek bir irade ile icra organınca yönetiliyor.
Anayasal sistemimizi, 1920'nin kurucu modeline yerleştirmek ve demokrasi, hukukun üstünlüğü, insan hakları ve insan onuru yönünden 1961 Anayasası'nın gerisinde kalmayan, (senatosu da olan), kesin kuvvetler ayrımına dayanan, her kademede denetlenip, hesap sorulabilen bir yeni siyasal yaşamı inşa etmek zorundayız.
Biz, üzerimize düşeni yapmaya, geniş katılımlı işleyen 'Rejim Çalıştayı' için birlikte göreve hazırız."
Cindoruk, Kanal İstanbul girişiminin de Anayasa'nın 43. maddesine aykırı olduğunu, bu maddenin kıyılar ve sahil şeritlerini özel koruma ve güvence altına aldığını ve yeni bir düzenlemenin ancak yasayla mümkün olabileceğini hatırlattı.
***
Bütçe görüşmeleri sırasında da Ankara milletvekili Şenol Sunat, "Bu ucube sistemde bakanlıklara bir ihtiyaç var mı diye sormak istiyorum. Tüm bakanlıklar aslında lağvedilmeli. Neden mi? Cumhurbaşkanına verilen yetkiler zaten onları etkisiz eleman hâline getiriyor. Danışmanlar, kurullar, ofisler, bilmediğimiz başka kurumlar var zaten. İzmir ili Bornova ilçesi Ergene Mahallesi'nde 2 dönüm büyüklüğünde bile olmayan bir arsaya ilişkin imar planı değişikliği kararını Cumhurbaşkanı veriyor! Türkiye'nin büyük problemleri varken bu konulara Cumhurbaşkanının zamanı yeter mi? Özellikle, akçeli işlerde Sayın Cumhurbaşkanı kimseye güvenmiyor anlaşıldı da biz kendisine nasıl güveneceğiz?" diye sormuştu.
***
Tabii, meselenin bir de "Mehdi'nin gelişine ortam hazırlıyoruz" diye ifade edilen "din devletine gidiş" boyutu var. "Din devleti", birilerinin Allah adına devleti yönetmesidir. Allah adına devlet yönetmek iddiası ise bugün için bir akıl hastalığıdır. Türkiye, bu akıl tutulmasından bir önce kurtulmalıdır.