“Amanos’u temizleyin”in anlamı...
Bölücü terörden ikinci sırada sorumlu olan İçişleri Bakanı, Dörtyol ilçemizde 4 polisimizin haince şehit edilmesi üzerine ortaya çıktı. Şehitlerin cenaze töreninde, çevre illerin valileri, üst düzey güvenlik görevlileri ve iç güvenlikte sorumlu ve yetkili olmayan 6. Kolordu Komutanına hitaben kürsüyü yumruklayarak; “Bu Amanosları temizleyin diyorum. Ne yaparsanız yapın Amanosları temizleyin” emrini verdi.
Bakan bu azarlı talimatı niçin herkesin gözü önünde söyledi? Bugüne kadar şehitlerimizi toprağa verirken görülmeyen Bakan, bu parlayış ile acaba artık iç güvenliğin başı benim demek mi istedi? Acaba ne idüğü bilinmeyen şu “çok uluslu” Kamu Güvenliği Müsteşarlığı’nı devreye sokacağını mı söylemek istedi? Böyleyse “Amanosları temizleyin” talimatı yaygınlaşacak diyebilir miyiz? Yoksa sabrının sonuna gelen vatandaş, “Yeter artık, bu ülkenin hükümeti yok mu” demesin diye mi, bugüne kadar olduğu gibi göz boyamaya çalışılıyor?
Her neyse bekleyip göreceğiz.
Bekleyeceğiz çünkü, Devletin usulü bu olamaz. Devlet meseleleri, hukuka, araştırmaya ve rapora dayalı resmi toplantılarda ele alınır ve belli bir mahremiyet içinde karara bağlanır. Meydanlarda devlet kadroları azarlanarak, kanlı vahşetin sorumlusu siyasi iktidar değil de, valiler ve güvenlik güçleriymiş gibi gösterilmeye kalkışılmaz. Devlet bu şekilde yönetilemez, sorunlar çözülemez.
Bölücü terör ihanetinin bu noktaya gelmesinin baş sorumlusu, şüphe yok ki siyasi iktidardır. Eğer güvenlik güçlerinin yetkileri iyice kısılırken, bölücü terör, “demokratikleşme”, “özgürleştirme” ve “insan hakları” adı altında şımartılmasaydı, bu kan akar mıydı? İtibarımızı yükselttiği iddia edilen siyasi iktidarın “ağabey” diyerek şapka çıkardığı Barzani eşkıyası yataklık etmeseydi, PKK bu kadar azgınlaşıp, TBMM ve bütün yurtta alenen devlete meydan okuyabilir miydi? Bir olan Türk Milletini etnik kökenlere ayrıştırıp, bunlara siyasi kimlik aşılamak suretiyle yasalar çıkarılıp idari düzenlemeler yapılmasaydı, 2002’de dibe vuran bölücü terör güçlenir, bu kadar tehdit oluşturabilir miydi? Açılıma devam diyerek, 7 şehidin toprağa verildiği gün, terör suçlusu 19 yaş altındaki militanlar af çıkarılarak sokağa salınmasaydı, PKK “zafer” ve “moral” kazanabilir miydi?
Evet herkes elini vicdanına koyup söylesin; bütün bunları siyasi iktidar mı? yoksa; valiler, TSK, Jandarma Komutanlığı ve Emniyet Genel Müdürlüğü mü yaptı?
Dahası istihbarat işleri düşman başına. Aynen Özal devrinde olduğu gibi, kaç başlı belli değil. Bu yetmiyormuş gibi bir de, Kamu Güvenliği Müsteşarlığı (KGM) kurulmaz mı? Halen istihbarat büyük sorun iken, mükerrer teşkilatlar neye yarayacak anlamak mümkün değil. KGM’de çok sayıda ABD uzmanının yer aldığına dair açık bilgilere ne demeli? Bugün istihbarat birliği olmadığından, güvenlik güçleri sık sık füzeli ve mayınlı tuzaklara düşürülürken, ilginç yapıdaki bu KGM mi, bu birliği sağlayacak?
Hatırlanacaktır bu istihbarat kargaşasını ve birimler arası rekabetin sonuçlarını 1993 öncesinde acıyla yaşadık. Devrin Başbakanı Çiller, Genelkurmay Başkanı Org. Doğan Güreş ne istemişse anında vermiş, özellikle istihbarat birliğini temin için “EMASYA Protokolü” nü uygulamaya koymuştu. O günden itibaren de terörün beli kırılmaya başlamıştı. Daha sonraki yıllarda “EMASYA Protokolü” operasyonu da kapsayacak şekilde genişletilmişti. Başbakan Erdoğan bu protokolü, “Açılımı engelliyor” diyerek feshedince, istihbarat birliği de kalmadı.
Yaşanan bu felaketler toplum psikolojisini; Samsun, Kayseri, İnebolu ve Dörtyol’da olduğu gibi tahrik ederek toplumsal patlamanın işaretlerini vermiştir. Milli egemenliğin ve mülkün sahibi Türk Milleti, kimliğini ve kimyasını koruma refleksini göstermiştir. Bu görev meşru devlet güçleri tarafından yapılmazsa, sorunun nereye varacağı bilinemeyeceği gibi, endişe verici toplumsal olayların önlenmesi de, maalesef mümkün olmayabilir.
Sonuç: Büyük Orta Doğu Projesi’nin, üniter-milli/ulusal devlet yapımızı iki uluslu federasyona dönüştürmeyi amaçladığı, referandumun buna hizmet edeceği milletimize anlatılmalıdır. “Haçlılar” ve maşalarının paranoya, varlığımıza yönelen bu faciaları küçümseyen bazı fetvacıların da halkın moralini bozmayalım demelerine aldırmadan, referandumda “hayır” diyelim.