Altınlar hırsızlara kalmasın diye!
O mantığı anlamamız için Şevki Yılmaz''ın o sözlerinin altını tekrar çizmemizde fayda var… Şöyle demişti Şevki Yılmaz: "23 Kasım seçimlerine gelmeden önce kasanın ağzının açılması lâzım… Efendim 700 ton altınımız var… Merkez Bankası''nda şu kadar Dolarımız var… Kime bırakacaksınız, bu hırsızlara mı?"
Söz konusu anlayışa şu satırlarla dikkat çekmiştik: Eğer biz olmayacaksak, kamuya ait bütün imkânlar harcanabilir, israf edilebilir, yok edilebilir!.. Devletin ve milletin artık neyi kalmışsa, bizim iktidarda kalmamız için kullanılmalıdır!.. Başkaları hırsızdır, para onların eline geçerse aleyhimizde silaha döner!..
Bu ifşaya kızmak yerine, içindeki samimiyeti anlamaya çalışmak daha doğru!.. İçindeki gerçeği kusuyor ilgili zat ama sadece kendi yerine değil, aynı zamanda kendisi gibi düşünenler adına…
Aslında bir sürprizle karşı karşıya değiliz… Devleti ''yönetilmesi gereken'' değil, ''ele geçirilmesi gereken'' bir aygıt gibi gören anlayışın, bu pozisyonu alması çok normal!.. Sanki bir savaşta yerlerini terk etmek zorunda kalanların, giderken düşman yararlanmasın diye kendi yerlerini yakıp yıkması gibi!..
Dehşet veren soru, "Ülke ne olacak?" değil de "Altınlar ve Dolarlar kimlere kalacak?"… "Hırsıza kalmasın!.." Peki hırsız kim? Tabii ki muhalefet!..
***
Daha önce bir başka şekilde vurgulamıştık: Partilerin ezici çoğunluğunun varlık gerekçesi, iktidardaki partiyi demokratik yoldan devirip, kendisini iktidara taşımakken, bu niyet çoğunlukla ''dış güçlerin operasyonu, komplo, tezgâh'' gibi ithamlarla karşılaştı…
Oysa sıradan bir haktı ''demokratik yolda iktidar olmak'' veya ''var olan iktidarı değiştirmeye çalışmak''… Bu düşünce ve eylemlerin mevcut iktidar mensuplarınca ''suçmuş'' gibi sunulması ve bu tavrın taraftarlarda karşılık bulması, zihinlerde ''parti'' ve ''devlet'' kavramlarının bütünleşmiş olmasından kaynaklandı…
Şimdilik sadece hissedilebilen, ''adı konulmamış'' bir statüydü bu… İşte bunun için seçimler ''savaş''a, seçim kaybetmek ''savaş kaybetme''ye dönüştü… Kazanıldığında bu bir zaferdi Bedir gibi, Hendek gibi!.. Kaybedildiğinde ise Uhud''du ve sorumlular Okçular Tepesi''ni boşaltanlardı!..
Bu saplantıya göre, ''diğer''lerinin hepsi ya ''düşman''dı ya da ''düşmanla işbirliği yapan''dı!.. Zira son seçimde Hz. Peygamber''in bile tartıya çıkarılması, ''ya onu, ya bunu tercih edeceksiniz'' türünden bir propagandaya yeltenilmesi, işte bu psikolojinin sonucuydu…
Evet, parti devletti ve o devlet için de her yol, her yöntem, her taktik meşruydu!.. Çünkü ''harp hiledir'' düsturu alabildiğine esnetilebilirdi, gerçek anlamının çok uzağında değerlendirilebilirdi!..
***
Partinin ''devlet''le eşitlenmesi yetmiyormuş gibi şimdi onun ''ümmet''in de temsilcisi olduğunu öğrenmiş olduk!.. ''Ümmet''in vücut bulmuş en üst tüzel kişiliği parti olmalı ki, ondan ayrıldığında ''ümmetten ayrılmış'', ''ümmeti parçalamış'' sayılıyorsunuz!..
Yukarıda vurgulamaya çalıştığım algı ve kavrama biçimine benzer bir durum burada ortaya çıkıyor ve şu soru mecburî hâle geliyor: Eğer bir parti ''ümmet''i temsil ediyorsa, diğer partilerin ve partililerin hukuktaki yeri nedir, hatta daha tehlikelisi, sizin özel fıkhınızdaki yeri nedir?
Münafık, müşrik, şuursuz, sapkın, mürted, fasık, zındık her neyse!.. Hangi gözle bakıyorsunuz siyasî rakiplerinize? Siz kendinizi ''kurtuluşa erenler''den sayıp diğerlerini zihninizde nasıl konumlandırıyorsunuz?
Diğer tüm partiler gibi kanunlar çerçevesinde kurulan ve o çerçevede kalması gereken bir partiye ''fırka-i naciye'' muamelesi neyin nesidir? Partiye böylesine olağanüstü ve tehlikeli anlam yüklemek, onun günahlarının dine mâl edileceğini, kitleleri dinden soğutabileceğini hiç hesaplamamak nasıl bir cesarettir?
***
Şimdi seçimler geliyor ya… Bu psikoloji, her alanda, kuralsız biçimde bütün haşmetiyle kendini gösterecek… Sonra dert edilsin bakalım, insanlar dinden neden soğuyor?