Adını doğru koyalım "olağan üstü hâl"
Güneydoğu Anadolu bölgesinde olağanüstü bir durum yaşanmaktadır. Devletin bu bölgeyi yeteri kadar kontrol ettiği söylenemez. Bölgede hâkimiyetin kaybolmasının sebebi; çözüm süreci olarak adlandırılan konunun gündeme gelmesi, bu süreçte yönetimin yasa dışı faaliyetlere göz yumması, bölücülerin de bu süreci fırsat olarak görüp, daha sonra gerçekleştirmeyi planladıkları eylemler için hazırlık yapmasına imkân tanınmasıdır.
Bu duruma niçin ve nasıl geldik?
Yönetim, bu konuda da aldatıldığını ifade etmektedir. Bilindiği üzere, cemaat için "ne istediler de vermedik" diyen ve özellikle ordu üzerindeki kumpaslara, bırakın ses çıkarmamayı, bizzat destek olan yönetimin daha sonra "aldatıldık" demesi unutulmamıştır. Suriye politikası ve IŞİD'le ilgili tutumunun, nelere mal olduğunu yaşananlar göstermektedir. Çözüm süreci konusunda da, aynı şekilde yanıldıklarını beyan ederek, teröristlerle müzakereden mücadeleye döndükleri görülmektedir. Bu dönüşte, seçim ve oy faktörünün rol oynadığı söylenmektedir. Söylenen husus vahimdir. Ancak bu bir şeyi değiştirmemektedir. Gerçek olan yaşadıklarımızdır.
Terörle ve terör örgütüyle mücadele doğrudur. Ancak mücadelenin bedeli ağır olmaktadır. Bunun sebebi de, çözüm süreci adı altında gösterilen müsamaha, yapılanları görmezden gelme ve verilen tavizlerdir. Özellikle terörle mücadelede TSK'nın bölgede sağladığı alan kontrolünün, yönetim tarafından çıkarılan kanunlar ve alınan tedbirlerle, TSK'nın kışladan çıkamayacak duruma getirilerek PKK'ya devredilmesidir. Fırsatı değerlendiren terör örgütü ve onun yandaşlarının, çözüm süreci safhasında yeniden tırmandırmayı planladıkları terörist saldırılar için yapmış oldukları hazırlıklardır.
Çözüm sürecinin daha sonra yeniden gündeme gelmesi, ülkemizi içinden çıkılamayacak bir felakete sürükleyebilir. Bedel de ödense geri dönüşü olmayabilir. Buzdolabıyla birlikte gömülmelidir.
Gelinen durum vahimdir
Terör olayları artmıştır. Bölücü kuruluşlar ve bölge belediyeleri marifetiyle, sözde özerklikler ilan edilmektedir. Özerklik ilanları gittikçe yaygınlaşma eğilimi göstermektedir. Bütün bu olanlar bölücü siyasetçiler tarafından da desteklenmektedir. Bölücü siyasetçiler ve Kandil'deki PKK yönetimi, ABD ve Avrupa'dan destek alabilme çabası içindedir. Bu çağrılara, zayıf dozda da olsa, "terörle mücadelede orantılı güç kullanılması, barışın bir an önce tesisi" gibi tepkiler gelmektedir. Hatta ABD, terörle mücadelede önceliğin PKK'da değil, IŞİD'de olması gerektiğini söylemiştir.
Bölge yangın yerine dönmüştür. Mülkî makamlar, terörle mücadelede etkinlik kurabilmek ve asayişi sağlayabilmek için sokağa çıkma yasakları ilan etme durumunda kalmıştır. Güvenlik bölgeleri, birbiri ardına ilan edilmektedir. EMASYA protokolleri, sözde darbeye yol açar çekincesiyle, yürürlükten kaldırılmıştır. İç güvenliğin sadece emniyet ve jandarmayla sağlanabileceği düşüncesiyle, KKK'lığı başta olmak üzere TSK, bu işten uzak tutulmak istenmiştir. Sadece mülkî amirlerin yetkileriyle ve mevcut tedbirlerle, güvenliğin sağlanması ve istikrar oluşturulmasına çalışılmaktadır.
Bölücülerin amacı bellidir. Bugüne kadar bunun görmezden gelinmesi, ülkeyi bu duruma getirmiştir. Bölücüler, uygulamalarıyla ve tırmandırdıkları terörle konuyu uluslararası ortama taşıyarak uluslararası güçlerin müdahalesini sağlamaya gayret etmektedir.
İş işten geçmeden
Gelinen durum itibariyle iş işten geçmeden ihtiyaç haline gelen yerlerde "olağanüstü hal" ilan edilmeli, gerekirse "sıkıyönetim" ilanından da kaçınılmamalıdır. Olağanüstü hal, "Anayasa ile kurulan hür demokrasi düzenini veya temel hak ve hürriyetleri ortadan kaldırmaya yönelik yaygın şiddet hareketlerine ait ciddi belirtilerin ortaya çıkması veya şiddet olayları sebebiyle kamu düzeninin ciddi şekilde bozulması" durumunda başvurulan anayasal bir tedbirdir. Sıkıyönetim ise, olağanüstü hallerden daha vahim durumlarda söz konusudur.
"Olağanüstü hal uygulamasını biz kaldırdık" sözüyle övünmenin bir tarafa bırakılarak, gerçeklerin görülmesinden çekinilmemelidir. Yönetim, aleyhte propaganda yapılacağı ve dolayısıyla oy kaybedilebileceği düşüncesine kapılmamalıdır. Mücadelede askerin ön plana çıkması halinde, vesayetin yeniden gelmesi, etkinliğin zafiyete uğraması endişeleri yersizdir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin, Türk Vatanının ve Türk Milletinin varlığı, bütünlüğü, güvenliği, ülkenin istikrarı, halkın mutluluğu ve refahı, her türlü düşüncenin üstündedir.
Bu ülke hepimizindir. Tedbir almaktan gocunmayalım. Kutuplaşmalara son verelim. Birlik ve beraberliğimizi yeniden onaralım. Mevzubahis olan vatansa, gerisi...