'Adamına göre muamele' kimliğimiz midir?
İzmir Belediye Başkanı Tunç Soyer'in Kıbrıs'la ilgili söylediklerini AKP'liler söyleseydi, muhalefet kıyameti koparırdı… Ama istisnalar dışında pek ses çıkmadı…
AKP'lilerin zamanla ettikleri lâfları, meselâ 'Allah'ın sıfatlarıyla donanmış… Peygamber Mekke'nin fethinde kibre kapıldı… Google'dan her Cuma ayet sallıyorum, Bakara-makara' gibi saçmalıkları muhalefetten birileri yapsaydı, AKP'liler kıyameti koparır, Salman Rüşdilikle suçlarlardı… Ama orada da pek ses çıkmadı…
***
Demek ki neymiş? 'Adamına göre muamele' bizim siyasetimizin en baskın karakteriymiş maalesef… İşin kötü tarafı, iktidar veya muhalefet bu durumda fark etmiyor, bu karakterde büyük buluşma sağlanıyor!..
Bir konuda tavır koymak ve yanlışa itiraz etmek gerekiyorsa, asla acele etmeyeceksiniz!.. Önce kimin yaptığına veya kimin dediğine bakacaksınız… Eğer fail sizdense, surda gedik açtırmayacaksınız, sonuna kadar arkasında duracaksınız… En azından sessiz kalacaksınız…
Ortada parti, grup, cemaat, klik menfaati varsa, 'doğru' olmanın ve 'doğru' durmanın pek önemi yoktur!.. Size 'dosdoğru' olmanız yönünde verilmiş öğütlere kulak asmayabilirsiniz!.. İnanç, töre, kural, ilke hepsi hak getire!..
***
Sonra siyasette kalite arıyoruz… Kalite, internet üzerinden satış yapan bir alışveriş sitesinden siparişle gelmez ki…
Bu durum sadece siyasetçi kabahati de değil… Aynı zamanda siyasete ve siyasetçilere omuz veren kitlelerin de kabahati… Sorgusuz sualsiz teslim olan, gördüğü yanlışı önce benimseyen, ardından bir seraba dönüştürüp onu kutsayan kitlelerin…
Siyasetçi, toplumdan bağımsız değil ki… Tam tersine toplumun bir yansıması… Seçimlerimiz ayna işlevi görüyor… Seçtiklerimiz bizim aynadaki yansımamız… Olaylar karşısındaki duruşumuz, kimliğimiz aslında…
***
Yanlış, kimden gelirse gelsin yanlıştır… Başkasından kaynaklandığında yanlış olan, bizden kaynaklandığında da yanlıştır, hatta daha büyük yanlıştır… Ve başkasının doğrusu da doğrudur, üstelik bizim bütün yanlışlarımızdan üstündür…
Hatırlatalım yeniden o hikâyeyi ihtiva eden satırları:
Sanço Panço bir gün dayanamaz Don Kişot'a sorar: "Efendim, siz neden yel değirmenlerini düşman zannediyorsunuz?"
Don Kişot, hayret ve kızgınlık içinde cevap verir Sanço Panço'ya: "Ya sen? Sen neden düşmanlarımızı yel değirmeni zannediyorsun?"
Kim haklıydı? Kim ikna edecekti Don Kişot'u? Bizim siyaset dünyamızda da az Don Kişot'lar, az Sanço Panço'lar yok!.. Cervantes'in Sanço'sunun vali olma hayali vardı ama kendince samimi ve dürüsttü... Bizdekiler öyle mi? Kendi gözleri ne görürse görsün, efendilerinin 'düşman' dediği düşmandır!.. İşlerine geldiği için bir deniz anasını balina, bir kalemtıraşı düşman tankı olarak tasdikleyebilirler!..
Aslında cin gibidirler fakat efendilerinin gözüyle bakmak menfaatlerine uygun düştüğü için o 'yalancı şahitler kahvehanesi'ndeki insanlar gibi davranmaktan asla utanmazlar...
Tıpkı o fıkradaki gibi: Adamın birine yalancı şahit lâzım olmuş... Adliyeye yakın bir yerdeki yalancı şahitler kahvehanesine gitmiş, ocakçıya sormuş uygun birini... Ocakçı "Hepsi olur, herhangi birine söyle" demiş... Adam biraz da çekinerek, içlerinden birisine "Alacak verecek meselesiyle ilgili bi şahitlik işimiz vardı" deyince yalancı şahit hemen atılmış: "Vay utanmaz herif. Sana olan borcunu hâlâ ödemedi mi?" Bunun üzerine bizimki durumu toparlamış: "Yok yok öyle değil. Borçlu olan benim..." Yalancı şahit hemen yeni duruma göre pozisyon almış: "Yahu sen bu namussuza borcunu daha kaç kere ödeyeceksin? Hadi gidelim de hâkime bir güzel anlatayım!.."