Açılım yapayım derken Türk'ün gözünü çıkarmak!
Türkiye’nin Washington Büyükelçisi Nabi Şensoy, Howard Üniversitesi’nde verdiği konferansta, 2006 yılında imzalanan Stratejik Ortak Vizyon Belgesinin Türk-Amerikan ilişkilerini eski düzeyine döndürdüğünü anlattı ve “Bugün şunu çok rahatlıkla söyleyebilirim ki, Türk-Amerikan ilişkileri tepe noktasındadır” dedi.
Obama’nın ziyaretinden hemen sonra “Kürt açılımı” ve “Ermeni açılımı” başlatılmasından ve bu çerçevede Kuzey Irak’taki Kürdistan devletçiği ile her alanda ilişkilerin geliştirilmesinin “devlet politikası” olarak Türk Milleti’ne dayatılmasından belli oluyor zaten!
Şensoy, “İlişkilerimizin daha da yüksek noktalara erişeceğine eminim, çünkü en üst düzeylerde güvenin inşa edildiğini görüyorum” diye konuştu.
Şensoy, “en üst düzeyde” demiyor, “en üst düzeylerde” diyor. Yani ABD yönetimi, Türkiye’nin sivil-asker bütün yetkililerinin güvenini kazanmış durumda!
Vatana ve millete hayırlı, uğurlu olsun!
Peki, Türk halkının ABD’ye güvensizliği ne olacak?
* * *
Durum, öyle bir noktayla geldi ki, camilere “Ne mutlu Türküm diyene” mahyası asılması bile provokasyon olarak nitelendirilmeye başlandı.
Beykoz Türk Ocağı Başkanı Mustafa Arman, İstanbul Müftüsü Mustafa Çağrıcı’nın, “vatandaşlardan telefonlar geldi bu yüzden mahyaları kaldırdık” sözlerinin hazin olduğunu söyledi. Arman, “İstanbul Müftüsü, şayet böyle telefonlar gelmişse, o vatandaşlara verecek cevabı olmayan bir kişi mi?” diye sordu.
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç ise “Vecizelerin daha iyisi, kapsayıcısı mutlaka olabilirdi. Herkesi kapsayacak, kucaklayacak bir anlam ifade etmiyor diye eleştiriliyor, eleştirilere katılabiliriz” dedi.
Abdullah Gül, Tayyip Erdoğan ve Bülent Arınç’ın “Ne mutlu Türküm diyene” diye Atatürk’ün ifade ettiği çağdaş bir millet olma sürecini, yani devletin kuruluş felsefesini benimsemedikleri biliniyor. Üzücü olan, “ABD ile üst düzeylerde güven inşa edildikten sonra” devletin güvenlik ve istihbarat mekanizmasının da bu sürece hizmet eder hale düşürülmüş olmasıdır.
* * *
Bu arada Bursa Valisi Şahabettin Harput Türkiye-Ermenistan maçında seyircilerin Azerbaycan bayrakları ile stada girmelerine ve sloganlara müsaade etmeyeceklerini açıkladı.
Peki ama Azerbaycan hükümeti de Azerbaycan halkının maçlardan sonra Türk bayrakları ile gösteri yapmasını yasaklarsa ne olacak?
Talimatı Bursa Valisine veren zihniyet, bu süreçleri yönetemeyeceğini gösteriyor. Yasaklama yerine, sembolik olarak birkaç kişinin elinde Türkiye, Ermenistan ve Azerbaycan bayrağı bir arada bulundurulsa daha akıllı bir girişim olmaz mıydı?
Ermeni misafiri koruyacağım derken Azerbaycan Türkünü küstürmekle Türkiye’nin eline ne geçecek?
Tabii ki, misafirperverlik esastır, çünkü Ermeni takımı, Türk’ün evine geliyor, ancak Azerbaycan bayrağını da kimsenin yasaklama yetkisi yoktur! Çünkü o da bir Türk bayrağıdır.
* * *
Bakınız, “Bebeğin ağzına memeyi verip en güzel anında çekerseniz bebek kıyameti koparır, olay çıkarır. Ne zaman ki sen yine o memeyi ağzına verirsin ya da başka bir meme; ancak o zaman susar, başka türlü kurtulamazsın artık” diyen Hülya Avşar’dan sonra, dokuzuncu Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel de “Ne açılacaksa görülecek. O zaman beklentiye giren çevreler beklediklerini bulmazsa hayal kırıklığına uğrayacaklar veya şimdiden şu veya bu şekilde gerginliğe girmiş bulunan birtakım çevreler de onları çok bulacak ve bu defa başka türlü gerginlikler olacak. Birisi az, birisi çok bulacak. Birleştirelim, bütünleştirelim derken çatlatmış olacaksınız” diye uyarıyor!
Velhasıl, açılım saçılım, Milli Birlik Projesi derken, devleti yönetenler el birliğiyle Türk Milleti’nin birliğini çözüyorlar!