ABD'ye ve Rusya'ya olan güven!
Kimi zaman zorunluluktan kimi zaman gaflet ve ihanetten olmak üzere iktidarlar, Türkiye'nin dostuna düşman, düşmanına dost muamelesi yapmaktadır.
Birinci Dünya Savaşı sırasında "denize düşen yılana sarılır" diyerek Almanya'yı dost ilan edip peşine takılanlar, Soğuk savaş sırasında ABD'nin, bu günlerde de Rusya'nın dostluğuna yatırım yapanlar yanılmaktadır.
İlişki kuran güçler arasında denge yoksa ilişki tek yanlı işlemek zorundadır.
İsmet İnönü, 1960'lı yılların sonuna doğru, Amerika ile aramız açılınca şöyle demişti: "Büyük devletlerle ilişki kurmak, ayı ile yatağa girmeye benzer!"
Böyle bir ilişkide kimin kimi bereleyeceği bellidir.
Büyük devletin adının Düveli Muazzam, ABD, Rusya olması fark etmez. Varlığı ve istiklali öz kaynaklara, milli güce ve öz üretim kapasitesine dayanmayan iktidarlar büyük güçlerin maşası olmak kaderinden kurtulamazlar.
ABD'nin Türkiye'yi oyalama siyaseti!
S- 400, Suriye, F 35, FETÖ, PYD, PKK, Kudüs, Golan, Batı Şeria kavramları ABD'nin gücüne dayalı olarak dünyaya dikte ettiği gerçekliklerdir.
ABD, bölgede politikasını İsrail ile birlikte yürütmektedir. Yürüttüğü stratejinin amacı İsrail'i bölgenin hakimi kendisinin de hamisi olması üzerine kuruludur.
ABD'nin bütün politikalarının temelinde bu vardır. Bölgede bütün, güçlü, etkili ve belirleyici bir İslam ülkesi kalmaması üzerine bir siyaset yürütüyor.
Türkiye ile stratejik müttefik görünümündeki ABD, Türkiye'yi zayıflatmak için elinden geleni yapmaktadır.
Bundan bir kaç yıl önce ABD, "ortak düşmanımız" diye ilan ettiği PKK ile mücadele için özel temsilci olarak Orgeneral Joseph Ralston'u, Türkiye ise Orgeneral Edip Başer'i atayarak teröre karşı mücadelede koordinasyon sağlamaya çalışıyor görünüyordu.
Yapılan onlarca toplantıya karşın dağ fare doğurmuştur.
ABD ile "eğit donat" projesi yine ABD'nin entrikasıyla başarısız olmuştur.
ABD sonuç itibarıyla Suriye'de Türkiye yerine Türkiye'nin birliği ve bütünlüğünün can düşmanı olan PKK/PYD ikilisini tercih etmiştir.
Türkiye'deki iktidar Süleyman Şah Türbesini taşıdıktan sonra Fırat Kalkanı harekatını başlatınca bu defa ABD, PKK/PYD kontrolüne verdiği Menbic'te Türkiye'nin karşısına dikilmiştir.
Türkiye, Menbic konusundaki kararlılığını gösterdikçe ABD oyalama siyasetine başvurmuştur. "Menbic'ten PYD'liler çıkarılacak" söylemine karşın bu konuda hiç bir gelişme olmamıştır. ABD resmen kendisini terör belasından kurtaracak operasyonlar girişmemesi için Türkiye'yi tehdite başlamıştır.
S 400'le ilgili ABD itirazının gerçeklikle uzaktan yakından ilgisi yoktur.
Yunanistan aynı Rusya'dan S 300'ü alırken itiraz etmeyen ABD, Türkiye S 400 alınca sakınca üstüne sakınca icat etmekte, tehdit üstüne tehditte bulunmaktadır.
Son olarak ABD Savunma Bakan Vekili Patrick Shanahan, Milli Savunma Bakanı Akar'a bir mektup gönderdi. Shanahan'ın, Türkiye'nin iki ay içerisinde S-400 hava savunma sistemi alımından vazgeçmemesi durumunda F-35 programı kapsamındaki işbirliğinin tamamen durdurulacağı tehdidinde bulundu.
S-400 işin bahanesidir. Türkiye, S 400 ile ilgili olarak ABD'nin taleplerini karşılasa bile ABD'nin Türkiye'ye karşı olumsuz tavrı düzelmeyecektir.
Bundan böyle Türkiye, hiç bir konuda ABD'ye güvenemez!
Peki, Rusya'ya güvenilebilir mi?
Hayır.
Türkiye'yi, ABD'nin yörüngesinden kopartarak kendi etki alanına sokmaya çalışan Rusya'nın PYD/PKK konusunda görüşleri benzerdir. PYD'nin Rusya'da birden fazla bürosu ve kuramsallaşmış ilişkileri var. Suriye'de PYD ile rejim arasındaki ilişkileri büyük ölçüde Rusya yönlendiriyor.
Ne ABD ne de Rusya güvenilir konumda değildir. İhtiyaçlarına ve çıkarlarına göre devletlerin ilişkileri değişiyor.
Ne ABD'den radikal bir kopuş ne de Rusya'ya radikal bir bağlanış Türkiye'nin lehine değildir.
Türkiye kendine güvenmeli, gücünün sınırını bilmeli, hem ABD'ye hem de Rusya'ya olan bağımlılığını minimize etmeli, adımlarını da ona göre atmalıdır.