ABD'ye "kafa tutmak"!
Yarın yeni Başkanı'nı seçecek olan ABD'yi aslında, küresel anlamda da büyük ve çetin sorunlar bekliyor.
İç güvenliğinde ve finansmanında da zayıflıklar görünen ABD'nin başına hangi başkan gelirse gelsin, ülkenin içinde bulunduğu durum hiç iç açıcı görülmüyor. Yani ABD gittikçe "süper" olmaktan uzaklaşıyor.
Ancak, dünyada hemen hemen her şeye karışan hatta taraf olan bir Amerika'ya zaman zaman "kafa tutan" ülke ve liderlerin eylemleri hiç unutulmuyor. Artık bu tür girişimlerin daha da artacağı sanılıyor.
Her ne kadar, bu şahsiyetlerin çoğu Müslüman veya Güney Amerikalı ise de eskiden "3'üncü dünya ülkeleri" liderlerinin çaba ve direncinin daha etkili olduğu biliniyor.
Gerçekten de bir zamanlar; "3'üncü dünya ülkeleri" veya "Bağlantısızlar" diye tanınan bu ülke liderlerinin başındaki Kruşçev, Tito, Enver Hoca, Musaddık, Nukruma, Cemal Abdülnasır ve Fidel Castro gibi isimler zihinlerden silinmiyor.
Arkasından, Yaser Arafat, Saddam Hüseyin, Humeyni, Kaddafi, Beşiri gibi çoğu Arap liderlerine Kuzey Kore'den Kim Jong il katılırken, listenin, bir çoğalıp bir eksildiği görülüyor.
Hatta bu isimlere ilaveten, Rauf Denktaş, Dom Mintoff, Ahmedinecad, Beşşar Esad, Hugo Chavez ve Cristina Fernandez de Kirchner, bir çırpıda akla geliyor.
Tabii ki, tarih boyunca, ABD'ye kafa tutan liderlerin listesi uzadıkça uzuyor.
Ne var ki, ABD'ye kafa tutan liderlerin çoğu başarısız oluyor.
Aslında, ABD'ye kafa tutup, kısa vadede başarı elde etmek mümkün olmamakla beraber, her direniş, her isyan ediş insanoğluna ister istemez direnç ve nefret kazandırıyor.
Gezegenimizde, ABD'nin süperliği yavaş yavaş kaybolmasına rağmen çoğu insanlar özellikle bazı liderler en azından "tedirginlik" içinde kıvranıyor.
Söz gelimi, Erdoğan'ı da bu kervana katanlar bulunuyor.
Oysa, ABD'nin ve başkanlarının "kudret"ini istemesek de, canımızı sıksa da daima "hesap" etmemiz icap ediyor.
Her şeyden önce, ABD'nin "silah üretimi"nin dengeleri alt üst ettiği kabul ediliyor.
Silah üretmenin, ancak silah tüketmekle mümkün olduğu formülü artık sık sık seslendiriliyor.
Yeryüzünde çatışmalar, savaşlar ve en önemlisi tehditlerin yanı sıra güç gösterisi biterse ancak o zaman, silah üretiminin yavaşlayacağına veya duracağına inanılıyor.
Özellikle, Afrika'da mevcut su sıkıntısının yakında bütün dünyamızı tehdit etmesi bekleniyor.
Yakın zamanda, petrol ve suyun değerinin bir birine çok yaklaşacağı dahi öne sürülüyor.
Her hangi büyük su sıkıntısının veya kuraklık faciasının, belki de yeni yeni savaşların başlamasına neden olacağı da belirtiliyor.
Nereden bakılırsa bakılsın, dünyamızın üstünde "kara bulutlar" dolaşıyor.
Bu atmosferde ve kuşkulu gelecekte, ABD'ye kafa tutmanın anlamı daha doğrusu fonksiyoneli pek kalmıyor.
İnsanlar; susuzluktan, açlıktan ve kurşunlardan ölürken, Beyaz Saray'daki şömineler, hiçbir şeyden bihaber çatır çatır yanıyor.
Ne yazık ki, ABD'de şömineler çatır çatır yanarken, Orta Doğu'da kan ve barut bir birine karışıyor.
Unutulmamalıdır ki, her türlü ortamda bir ülkenin en büyük hassasiyeti, bağımsızlık ve egemenlik haklarına odaklanıyor.
"Egemenlik haklarımızın" özellikle terör örgütleri tarafından sık sık tehdit altına alınması da sabırları taşırıyor.
Bu durum ise, iktidarı "beklenmedik" ve "umulmadık" hatta "tehlikeli" karar ve girişimlere yönlendiriyor.
Nitekim, Anayasa'nın "özgürlük" maddelerinin ihlal edildiği sık sık öne sürülüyor.
Ayrıca, gerek Irak'ın gerek Suriye'nin kuzeyinde Türk Silahlı Kuvvetleri'ni yakından ilgilendiren büyük bir "telaş" ve "kararsızlık" yaşanıyor.
Üstelik, terörist örgütlerle mücadele hakkımız, diğer ülkelerin karışmasıyla zora giriyor.
Bundan ötürü, "Fırat Kalkanı" harekatımız bir türlü sonuçlandırılamıyor.
Her şeye rağmen, bölücü terör örgütleriyle mücadeleyi sürdürmek, bu arada özellikle Irak'ın kuzeyindeki soydaşlarımız Türkmenlerin can ve topraklarını korumak millî bir görevimiz oluyor.