50 kuruşluk o kalemi unutma!
Adana'da bir hırsız, çaldığı bisikleti elini yüzünü yıkamak için girdiği camide başka bir hırsıza çaldırınca isyan ediyor: "Câmide hırsızlık olur mu? Memlekette namuslu adam kalmamış!.."
Adam belli ki mânevî değerlere son derece saygılı ve prensip sahibi!.. Hırsızlığa değil de hırsızlığın câmide yapılmasına karşı!..
İnsan gurur duyuyor tabii!.. Meslek ahlâkına böylesine önem veren, onun yanı sıra milletin değerleri noktasında hassasiyetini koruyan ve gerekirse isyan eden bir hırsız profili, her eve, her topluluğa lâzım!..
'Musluklar çalınmasın' gerekçesiyle kimi câmilerde o muslukların zincirle bağlandığından haberi olmamış bu hırsız kardeşimizin... Tabii halı ve değerli çini buharlaşmalarından da... Sonra isyan ediyor "Câmide hırsızlık olur mu?" diye...
***
Postanelerde havale yapmak için kullanılacak 50 kuruşluk kalemlerin 'götürülmesin' diye iple bağlandığı gerçekken, Kanada'da, Norveç'te, Danimarka'da metro girişlerinde arızayı fırsat bilip bedava geçmektense, girişe açıktan ücret bırakmak bir başka gerçekken, 'halk goygoyculuğu' yapmanın âlemi yok elbette... Câmide bisikletin çalınmasına şaşırmaktansa artık câminin topyekûn iç edilmediğine şükretmek gerekiyor!..
Gerçi hırsızın isyanı, Sülün Osman'ın cezaevinde 'Alın teriyle yaşamak' konulu konferansa benzemiş ya neyse!..
Üstelik hırsız veya dolandırıcı deyip geçmemek lâzım... Onun da bir kalbi ve üstüne titrediği bir onuru var!.. Meselâ Aziz Nesin 'Kazan Töreni' hikâyesinde 'Sülün Osman pırrr' ifadesini kullanınca Sülün Osman bunu 'mânevî şahsiyetine hakaret' sayıyor, Nesin ve yayıncı hakkında dâvâ açmaya kalkışabiliyor...
***
Ne yazık ki 'din'le 'ahlâk' arasından doğrusal bir ilişki neredeyse kalmadı... Kim kimi, hangi imkânı hangi şekilde yakalarsa!..
Yıllar önce Lüleburgaz'da bir market soygunu güvenlik kameralarına yansımıştı... 30 bin lira değerindeki sigarayı götürmek için iki hırsız harıl harıl çalışırken o esnada sabah ezanı okunuyor... Dini bütün hırsızımız ezan sesini duyar duymaz duaya koyuluyor: "Allah'ım sen bana yardım et!.."
'Kâmil iman sahibi' hırsızımızın, marketi soymak için gösterdiği performansa halisane bir şekilde inancını da katması örnek alınası bir fark değil de nedir?
***
Jet Fadıl, hangi başarılı çalışmasında, hangi temel atma veya imzalama töreninde yanında cüppeli-takkeli şeyhleri göstermedi ki? Parasını basınca memleketin sözde sanatçıları da sözde din adamları da yanındaydı...
Yeri geldiğinde kendisi de cüppe ve sarıkla ortaya çıkan, yeri geldiğinde İmza'nın tanıtım töreninde olduğu gibi papyonla arz-ı endam eden o muydu, yoksa sonuç alıcı 'genel karakter' miydi?
Hatırlayanlar vardır... İşin içinde yeterince para olunca memleketin bütün namlı televizyonları o töreni ortak şekilde canlı vermişlerdi... Üstelik hepsinin 'lâiklik kılıcı' iki taraflı keserken!.. Jet Fadıl da işi biliyordu zaten... Şeyhlerle atılan temelden sonra, televizyon programı 'dönemin hassasiyetine istinaden' coşkulu ellerdeki bayraklar eşliğinde 'Onuncu Yıl Marşı'yla bitirilmişti... Ne de olsa yıl 1999'du...
***
Çaldığı malı 'korunaklı alan' olarak gördüğü câmiye götüren ve orada kaptıran bahtsız hırsız ve onun gibiler şunu kabullenmeli: Hiçbir yer, hiçbir zemin, hiçbir mekân hırsızlar açısından 'dokunulamaz' değildir, SİT alanı filan değildir... Kaldı ki SİT alanı bile bu anlamda ekmek arasında götürülebilir!..
Postanede kalınca iple bağlanan o 50 kuruşluk kalemi her defasında hatırla ve bu gerçeğe göre oyun kur kardeşim!..