28 Şubat uyarılarım: Laiklik-irtica kavgası değil, sermaye kavgası!
Balyoz planı denilen belgelerde, bizim hiçbir bilgimiz olmadan, 137 gazeteci arasında adımızın kullanılmasından yararlanarak gerçek dışı verilerle bizim 28 Şubat’ı desteklediğimizi iddia edenler var. Sinek ufaktır ama mide bulandırır. Dolayısıyla bazı gerçekleri hatırlatmak gerekiyor. Biz o dönemde kimsenin taraftarı olmadık; tamamen sağduyunun sesi olduk.
Bakın ne demişiz:
“Türkiye, 1997 yılını irtica tartışması ile geçirdi. İrtica kapsamında değerlendirilebilecek olaylar elbette gemi azıya almıştı ama bilhassa kamuoyuna sunulan faaliyetlerin, birilerinin kontrolü altında olduğu apaçık anlaşılıyordu. Gerçek irticanın zihinlerde mevcut olduğu, bunu ortadan kaldırmak için birkaç araştırmacı dışında kimsenin ciddi bir çalışma yapmadığı da görülüyordu.
Bu tartışmanın perde arkasında sermaye çatışması olduğunu yazdık çizdik. Nitekim, İslami denilen sermayenin büyük bir bölümü, irtica suçlaması ile bilhassa özelleştirmeden safdışı edildi.
Sisteme entegre olmuş sermayeye ise dokunulmadı.” (10 Ocak 1998, Ortadoğu)
* * *
“Şimdi, irticayı asıl besleyen ve destekleyen güç, ‘Anadolu Kaplanları’ denilen sermayeden çok, artık İstanbul sermayesidir.
Bu sermaye sahipleri, uluslararası destek aldıkları için hiçbir milli güçten korku duymadan, resmen Sevr hükümlerini savunmakta, Boğazlar’ın uluslararası bir komisyon tarafından yönetilmesini talep etmekte, Karadeniz üzerindeki Rum emellerine servis hizmeti vermekte, Türk hukukunun tamamen kaldırılarak yerine uluslararası tahkim hukukunun yerleştirilmesini ve böylelikle milli hakimiyete son verilmesini istemekte, kısacası düşmanla işbirliği yapmaktadır.
Bu çevreler, irticaya aleni destek vermekte bir sakınca görmemektedir. Aynı çerçevede, Türkiye, Heybeliada Ruhban Okulu baskısı ile boğuşurken, Harran’a Hristiyan ve Yahudi din adamlarının sokulması talepleri, devletin tepesinden veya siyasilerden hiçbir tepki görmediği gibi alenen desteklenmektedir. Milli Güvenlik Kurulu’nun bugüne kadar açıklanan kararlarında ise bu konulara hiç ama hiç değinilmemiştir. Bunun sebebini araştırdığımda, edindiğim bilgi, ‘durumdan bizzat sorumlu olanlarla konuyu tartışmak, abesle iştigaldir’ şeklindedir.
Sanki, Abdülhamit’i tahttan indiren komite gibi ‘Vatikan destekli bir azınlıklar ittifakı’ kurulmuş, bu ittifak, sözde devleti kurtarmak için, fakat aslında, ülkeyi, bütün toprakları ve üzerindeki tesisleriyle uluslararası sermayeye teslim etmek ve Türk Milleti’ni kendi vatanında tamamen köleleştirmek için, son hamlelerini yapmaktadır.” (15 Mart 1998; Ortadoğu)
* * *
“Başörtüsü meselesi devlet ile halkı karşı karşıya getirecek bir noktaya doğru sürükleniyor? İlk defa veliler de eylemlere katılmaya başladı. Bu konu daha fazla büyümeden, yangına dönüşmeden bir karara bağlanmalıdır. Karar, kimseyi şımartmamalı, fakat ‘adalet’, ‘özgürlük’, ve ‘insan hakları’ışığında, ‘kamu düzeni’ ilkelerine göre alınmalıdır. Karar, başörtüsünün, bir siyasi ve ticari istismar vesilesi olarak kullanılmasını önleyecek nitelik taşımalı ve konuya iç kargaşa çıkarmak isteyen ‘Fullerciler’e şeytani bir planla ’halk nezdinde kabul görecek haklı bir zemin oluşturma fırsatı’ vermeyecek ferasetle yaklaşılmalıdır.” (1997, Sağduyu gazetesi)