1 Mayısların ortak katili
Asrın iftirasına uğrayanlardandı; "Balyoz"la bütün hayatı dağıldı. Mamak'ta, dağılan hayatından geriye kalan yegane mutluluğu olan çocuklarıyla buluşmuştu; omuzlarındaki yük katlandı, katlandı yere yığıldı. "Dağ gibi adam"dı; ama olmadı, bir daha kalkamadı.
O günün üzerinden, yakıştıramadığı için ölümünün demeye dili varmıyor insanın, o günün işte, üzerinden beş yıl geçti.
Dün, yine bir avuç insan andı kabri başında Murat Özenalp'i; ailesi, yakın dostları, birkaç "silah arkadaşı", birkaç gazeteci… "Dava arkadaşları"nın bile çoğu yoktu, kim bilir, belki bazıları çoktan unutmuştu… Uğradıkları haksızlıklar, hukuksuzluklar, o aşağılık kumpas, kendi ülkesinde esir düşme günleri, onca linç, haysiyet cellatlığı, omuzlarından söküp atılan onurları, belki hepsi tarih olmuştu.
Türkiye "bayram" yapıyordu;
1 Mayııııııssssss!
Bütün kanallarda önlemler, tepkiler, yasaklar, yasakları aşanlar, aşamayanlar, meydandakiler, hizaya girenler ve girmeyenlerle 1 Mayıs vardı ilk sırada.
Olsundu da; ama hakkıyla…
Azıcık düşünseler, "Kazancılar Yokuşu"ndan, Taksim Meydanı'ndan bağlanırken "romantizm"in prangalarından kurtulup da "aslında bu ülkeye ne yapıldı"ya kafa yorsalar, 1 Mayıs'ı, Türkiye için böyle bir sembole dönüştüren o "ilk kurşun"u atan el ile Özenalp'in Mamak cezaevinin avlusuna iten elin aynı olduğunu görürlerdi. Buna dikkat çekerlerdi.
"Yürümek" güzel şey.
Şarkı söylemek, türkü söylemek…
Halay çekmek…
Başkaldırmak uğradığın bütün haksızlıklara…
Hak aramak…
Ama en güzeli ne biliyor musunuz?
Öz yurdunda esir olmamak!
En güzeli hürriyet!
En güzeli, "bağımsızlık" dediğin için bağlanmamak demir parmaklara, uğrunda canından bile geçecek kadar sevdiğin vatanında!
İşte bu şuurla sahip çıksak "1 Mayıs'ın hatırası"na…
İşte bu şuurla akın etsek Özenalp'in kabri başına…
İşte bu şuurla haykırsak "oyunu gördük" diye Türkiye'nin kronik kumpasçılarına…
Ölenler dirilmez, gidenler dönmezdi belki ama hiç değilse aynı tuzağa bir kere daha düşülmemesine yarayacak bir şuur yayılırdı havaya.
SORU-YORUM
Devlet(!), devlete sızmış bir hain yapılanma tarafından şehit edilen Kurmay Albay Murat Özenalp'in ailesinden özür diledi mi? FETÖ'nün, 15 Temmuz'da öldürdüğü sivil vatandaşları "şehit" sayarken, Türk ordusuna açtığı savaşta şehit ettiklerinin şehitliğini tanımaya karar verdi mi?
"ANITKABİR GÖZBEBEĞİMİZ"
Hafta sonu, ailecek yaptığımız Anıtkabir ziyareti sonrasında, Anıtkabir personelinin hem ziyaretçilere, hem de birbirlerine karşı tutumumun gün be gün kabalaştığına dair gözlemimi paylaşmıştım ya…
Milli Savunma Bakanlığı Basın Müşavirliği'nden Tuğgeneral Mustafa Erkal Kuzuoğlu aradı ve yazıda aktardıklarım doğrultusunda yaptıkları incelemenin sonuçlarını aktardı. Giriş yaptığımız saat itibarıyla Anıtkabir'de ciddi bir ziyaretçi yoğunluğu bulunduğunu, bizden önce giren araçta içeri sokulması sakıncalı bir malzeme bulunduğu için görevlilerin bizi de bekletmek zorunda kaldıklarını söyledi. Girişimizden itibaren neredeyse her adımımıza saati ve dakikasına kadar hakimdi; laf olsun diye değil, gerçekten ne olup bittiğini araştırdıktan sonra aramış yani.
Kendisine de söyledim; bizim için bekletilmek ya da bekletilmemek mühim değildi. Hatta, Anıtkabir'e olan ilginin işareti olduğundan, bekletilmek mutluluk bile verir, keza verdi. Sorun, oradaki görevli gençlerin üsluplarıydı ki Tuğgeneral Kuzuoğlu da kendilerini asıl şaşırtan ve üzenin bu olduğunu, çünkü Anıtkabir'de görev alan personelin oldukça ciddi ve titiz bir eğitimden geçirildiğini söyledi. Hatta, yanılmış olup olamayacağımı sorma gereği hissetti.
Bu kısa bilgi alışverişinin benim için en önemli cümlesi, Kuzuoğlu'nun "Anıtkabir bizim gözbebeğimiz" demesiydi.
Umarım, bu sözün gereği olan bütün hassasiyetleri iliklerimize kadar hissedebileceğimiz bir iklimle karşılaşırız bundan sonraki ziyaretlerimizde.