Zulmün artsın ki…
Not:
Bu yazıyı dün için yazmıştım ama malum süreç dolayısıyla yollarda küçük bir teknik kazaya uğramış. Çöpe atmaya da gönlüm razı olmadı. Bir günlük gecikmenin, benzer duygu ve hassasiyetleri taşıdığımız milyonlarca insandaki karşılığının "eskime" olmayacağı inancıyla, bugün paylaşıyorum.
Nihayetinde mevzu bahis zaten unutmamak ve unutturmamak değil mi!
*
Başlığın devamı bu topraklara yabancı olmayan herkesin malumu;
Zulmün artsın ki, tez zeval bulasın…
Zevalin tez olsun…
Bir an önce bit, git, yok ol da kurtulalım;
Zulümle abad olunmaz zira.
*
Dünyanın kimseye kalmadığına, dahası zalimlerin tahtlarının nasıl ibretlik sonlara mahkum olduğuna dair ciltler dolusu örnekle müteşekkil bir tarihimiz varken, insanoğlu ya hırslarına, ya zaaflarına, ya başka bazı mecburiyet ve mahkumiyetlerine yenik düşebiliyor demek ki.
Demek ki, mülkün temelinin adalet olduğunu bile bile, mülkünü ancak adaleti sakatlayarak koruyabileceği sanrısına düşebiliyor güç sarhoşluğuyla…
Kim bilir…
Belki "mülk"e yüklediği mana başka.
*
Ülkücülerin doğal, ebedi ve efsanevi lideri Alparslan Türkeş''in vefat yıldönümünde, onun "evlatlarım" dediği gençlerden birinin, Ülkü Ocakları Eğitim ve Kültür Vakfı eski Genel Başkanı Doç.Dr. Sinan Ateş''in katledilmesiyle ilgili soruşturmayı yürüten savcılardan birinin dosyadan el çektirilmesi haberini okurken kapıldım girişte özetlemeye çalıştığım tarihi cendereye.
Sinan''ın katlinden itibaren;
Savcı izne çıktı.
Savcının izni uzatıldı.
Savcı dosyadan alındı.
Suikastın en kilit isimlerinden biri yakalandı, tutuklan(a)madı.
Yine yakalandı, tutuklan(a)madı.
Uzun bir bürokrasi içi mücadeleden sonra tutuklandı; güç bela.
Suikastın o en kilit isminin bir MHP''li milletvekilinin yanındada vuku bulan ilk gözaltına alınışıyla ilgili tutanak yok oldu.
Tutanak var oldu.
Tutanak var ama dosyada yok oldu.
Adaletin üzerini kapkara şüphe bulutlarıyla kaplayan bu garabet sürece paralel, ayaklarından biri "adalet" olan bir fikir hareketinin "vefa" gösterisi vardı Salı günü Beştepe''de.
*
Aralarında, yazık ki, Türkeş''in "evladı"na Allah''ın rahmetini çok görenlerin, göstermelik bir "baş sağlığı"ndan dahi imtina edenlerin, Türkeş''in "evladını", neredeyse katledildiği için bile suçlamaya kalkışanların da bulunduğu bir kalabalık, Türkeş''in kabri başında onunla birlikte bugüne kadar rahmete kavuşmuş olan diğer "evlatlarını" da andı.
"Her türlü milliyetçiliği ayaklarının altına aldıklarını", onların karşısına "Türklükle" gidilmemesi gerektiğini, içinde "Türk kimliği"ne atıf olan neredeyse bütün resmi metinlerin "ırkçılık" vesikası olduğunu söylemekten bir gün olsun geri durmamış bir zihniyete teslim olunma haline hiçbir "aklımızla alay" seviyesi üstü açıklama getirilmemişken, Türkeş''in "Türkiye''nin çetin ve zorlu dönemlerinde taviz ve teslimiyete düşmeyişi" üzerinden payeler çıkaranlar oldu kendilerine.
Türkeş''in "Emanet olunan davayı kucaklayıp, hiç arkasına bakmadan, tereddütsüz, hiçbir şeye aldırmadan yürüyüşü"ne öykünüldü; zira çoğu arkasını döndüğünde kimseyi bulamayacak olmanın endişesini ve bu hale sebep olmanın vebalini taşıyordu.
"Töreden uzaklaşma ile tahrip olmuş esenliğin kaygısı" ifade olundu; bir ülkücünün, bir ülkü ocakları başkanının torbacılara öldürtülmesi revaymışçasına töreye göre.
Suikasta uğrayan millet varlığının yası tutuldu; yası tutulmadığı gibi yasına saygı da duyulmayan bir suikastın gölgesinde.
Gönül ve vefa borcundan söz edildi, Sinan''ın ardından gönülden düşenlerce.
*
Sinan''ın kanının yerde kaldığı değil göz göre göre yerde bırakıldığı Ankara''da, "Vatan ve millet sevdası uğruna hayatını kaybetmiş ülküdaşları"nın ruhuna Fatiha''lar yollayanlar vardı; kimi Sinan''ın kaybını lekelemeye girişmiş olmanın utancı, kimiyse "insan"a dair olma ihtimali bulunmayan bir pervasızlık içindeydi…
*
Ne diyeyim…
Allah kabul eder inşallah…
Eder de, "Hesap ve ceza gününün maliki Allah" korkusu düşer dünyanın fani olduğunu unutan yüreklere…
(Asla topyekün bir fikir hareketi ve kendilerini onun temsilcisi varsayan kuruluşların "bütün mensupları" değil "unutanları" bu yazdıklarımın muhatabı…)
Eder de, yolunu şaşırıp da "gazaba uğrayanların" yoluna sapanlar, yeniden "doğru" olan, "adil" olan, "vicdanlı" olan, tek kendilerinin değil ülkenin de hayrına olan yollarına çevirirler rotalarını…
Eder de, giden geri gelmese, Banuçiçek ve Bengisu''nun hayatlarında açılan boşluk bir gün, bir saat, bir an kapanmayacak olsa da, Sinan''ın ruhu, ömrünü ülkücü harekete adamış ailesinin gönlü huzura kavuşur bir an önce…
*
Eder de, Türkeş''in "evladı"nın duasını yerini bulur bu vesileyle;
"Bunun hesabını vermekten olur da bu dünyada kurtulma imkanı bulurlarsa, Ahirette bulamasınlar…"