Yüksek öğrenimde hükümet vesayeti
Yüksek öğrenimi, politikaya, ideolojiye alet ederseniz ne olur? Bugün yüksek öğrenim sisteminin içinde bulunduğu durum, bu soruya en iyi cevabı oluşturuyor. Üniversitelere rektör atamaları, 1982’den bugüne kamuoyu vicdanını rahatsız ediyor.. YÖK uygulamaları tamamıyla ideolojik çerçeve içine sıkıştı...
Üniversitelere kötü tohum, 1982 anayasası ile atıldı. Bu anayasada Yüksek öğrenimi tek bir insan şekillendirdi.. İhsan Doğramacı..
Doğramacı, Kenan Evren’in güvenine mahzar olmuş bir insandı.. Ne dediyse yapıldı.. Vakıf Üniversiteleri Anayasaya konuldu.. YÖK düzeni getirildi. Akademisyenler çok sıkıntı çekti.. Yabancı yayını olmayanlar profesör olamıyordu.. Sosyal bilimlerde yabancı yayın yapmak hemen hemen mümkün değildi..
YÖK’ten önce rektörünü, dekanını ve hatta yönetim kurulu üyelerini kendisi seçen akademisyenlerin, YÖK atamaları ile moralleri bozuldu. Üniversitelerde verimlilik düştü.
İş o kadar tırmandı ki, bugün bir profesör çalışacağı asistanı seçemiyor.. Merkezi sistemle YÖK tayin ediyor.
Oysa ki akademisyenlik usta-çırak ilişkisi içinde oluşması gereken bir meslektir. Bu ilişkide ustanın daha çok gayreti olması için, kimi yetiştireceğini bilmesi gerekir. Ayrıca mesleğin bir garantisi kalmadı.. Doktorasını veren araştırma görevlilerinin üniversite ile ilgisi kesiliyor.
Yapılması gereken, öncelikle hükümetin yüksek öğrenim üstüne kurduğu vesayetten vazgeçerek, akademik, işleri tamamıyla öğretim üyelerine devretmek olmalıdır. Bunun için yapılması gereken önce YÖK’ü kaldırmak, sonra mali işleri, akademik işlerden ayırmaktır. Maalesef sık sık vesayetleri kaldırdığını iddia eden AKP iktidarı, daha ağır vesayeti üniversiteler üstüne kurdu.
Üniversitelerde yaşananlar da manşetlerden inmiyor. Dün de bir manşet vardı.. Bu manşetler sanki üniversitelerdeki ideolojik tartışmaları kışkırtıyor. Aslında olayın alt yapısı açıklığa kavuşmadan bir gazetenin “Dekandan onu polis koruyacak” diye manşet atması, üniversiteleri ve öğretim üyelerini aşağılayıcı bir yaklaşımdır. Hayatını üniversiteye vermiş ve uzun yıllar dekanlık yapmış bir insan olarak önerim, Üniversite Öğretim Üyeleri Derneği’nin, Öğretim Üyeleri Sendikaları’nın, bu gibi işlerde müdahil olması gerekir.
Ne yazık ki, üniversitelerdeki yozlaşma, bu gibi örgütleri de öteden beri yozlaştırdı. Söz gelimi 2007 yılı sonunda 4 rektör aday idik. Elbette aday olarak hepimiz öğretim üyesi idik. Ne var ki, İstanbul Üniversitesi Öğretim Üyeleri Derneği ve sendika, ideolojik davrandı ve bir adaydan yana açık tavır koydu. Yani öğretim üyelerinin yüzde 80’ini dışladı. Oysa ki bu örgütlere söz gelimi ben de üye idim. Öğretim üyeliği mesleğini ideolojik olarak kullandıkları için her ikisinden istifa ettim.
Yani bugünkü sorunlar AKP’den önce de vardı. AKP’nin şimdi yaptığı ise bir rövanşa dönüştü. Yüksek öğrenim bir ülkenin kalkınmasında ilk sırada yer alır. İkinci Dünya Savaşı’ndan yerle bir olmuş olarak çıkan Almanya’nın kalkınmasında “Erhard mucizesi” denilen, aslında bu ülkenin elinde kalan eğitilmiş ve vasıflı işgücünün bir mucizesidir. Rusya’nın komünizmden sonra bugün uzay yarışında söz sahibi olması, elindeki uzmanlardan dolayıdır. Hükümetin ve basının yüksek öğrenimi daha çok yozlaştırması, en büyük iddiamız, kalkınma iddiamızın duvara çarpmasına neden olacaktır. Toplum olarak bu bilinç içinde olmamız ve yüksek öğrenime sahip çıkmamız gerekir.