Yıpratılan kurumlar ve çiğnenen anayasa
Sokrates, "Devleti ya bilgeler yönetmelidir, ya da devleti yönetenler bilge olmalıdır" der. Yani her şart altında ahlaki, ilmi ve insani vasıflarla donatılmış insanlara ülke yönetiminin bırakılması gerektiğini söyler.
Bilge olduğu sanılarak devletin başına getirilenler, gerçekte böyle değil de cahil ve kötü niyetli çıkarlarsa onların kötülüğünden devleti ve toplumu nasıl koruruz, sorusunu da "Öyle bir yapı meydana getirilmelidir ki bu yapı, devletin başına kim gelirse gelsin topluma hayırlı ve yararlı işler yapmaktan başka bir yol bulamasın" der.
Bir anlamda iktidar erkinin hata yapma ihtimaline karşı toplum, bu uygulamalardan kurumsal yapılar tarafından korunacaktır. Günümüzde kuvvetlerin ayrılığı, anayasal devlet, yargı bağımsızlığı gibi kavramların amacı da budur.
Binlerce yıl öncesinden bugüne kurumların ve yapıların toplum hayatı bakımından ne kadar öneme haiz olduğuna hep dikkat çekilmiştir. Uzun yıllar Türkiye siyasetinin önde gelen aktörleri kurum ve yapıların yıpratılmamasına özel bir önem atfetmişlerdi.
Her kurum ve değer siyasileşirse!
"Kışlaya, okula, camiye ve adliyeye siyaset sokulmamalı" vurgusu bu hassasiyetin sonucu olarak o dönemin siyasetçileri tarafından sık sık ifade ediliyordu.
Okul ilmi, cami dini, kışla vatanı, adliye adalet duygusunu ortaklaştırır. Bu kurumlarda siyaset değil liyakat, hakkaniyet ve adalet egemen olmalıydı. Okul, kışla ve cami gibi ortak kurumlar bir yandan manaları ortaklaştırırken diğer yandan insanları sosyalleştirir. Bu yüzden de sorumlu devlet yöneticileri haklı olarak kışlaya, okula, camiye ve adalet sarayına siyasetin sokulmaması gerektiğini söylemişlerdir.
Okullar, camiler, kışlalar ve adalet sarayları siyasetin müdahalesiyle milletin tamamının değil bir kısmının değerlerinin pazarlandığı alanlar haline getirilmiştir. O da yetmemiş hem siyasi partinin hem de devletin başına siyasi kasketiyle bir cumhurbaşkanı oturabileceği imkânı anayasayla sağlanmış bulunmaktadır.
Hâlbuki cumhurbaşkanlığı bütün makamların üstünde olduğu gibi ideolojilerin, etnisitelerin, bölgelerin ve partilerin de üstünde olmalıydı. Cumhurbaşkanı her makamdan daha çok ülkenin, devletin ve milletin birliğini temsil etmektedir.
Cumhurbaşkanı ülkede var olan bütün unsurların bütünleyici gücüdür. Cumhurbaşkanı ülkenin bütün aidiyetlerinin hem temsilcisi hem de ortak paydasıdır.
Durum bu iken her siyasi parti mensubunun aidiyet hissedeceği tarafsız bir cumhurbaşkanı olmak ilkesi Anayasa değiştirilerek bir siyasi partinin genel başkanı aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti'nin cumhurbaşkanı olması yolu açıldı. Siyasi partili cumhurbaşkanlığı sonuçta bir biçimde anayasa değiştirilerek usulüne uygun biçimde gerçekleştirildi.
TBMM Başkanı ve siyaset!
Siyasi faaliyetlerle birlikte TBMM Başkanlığı yapmak anayasaya aykırı olarak fiili bir durum benimsemek anlamına gelmektedir. Hem TBMM Başkanı hem de bir partinin propagandalarını aynı anda yapan ve o partinin seçim faaliyetlerini yürüten bir siyasi söz konusudur.
Anayasa'nın 94. maddesi, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı "üyesi bulundukları siyasi partinin veya parti grubunun Meclis içinde veya dışındaki faaliyetlerine... katılamazlar" diyor.
Sayın Binali Yıldırım, TBMM Başkanı olarak üyesi bulunduğu partinin siyasi faaliyetlerine katılmak bir yana o faaliyetleri bizzat yürütüyor.
Anayasa hükmüne itibar etmiyor. Anayasa fiilen çiğneniyor. Diğer yandan Siyasi Partili Cumhurbaşkanlığı anayasa değiştirilerek elde edilmişken, siyasi parti faaliyetlerine katılan TBMM Başkanı anayasa değiştirilme lüzumu dahi duyulmadan defacto (fiili) olarak elde edilmiş bulunmaktadır. Bu durum anayasanın açık bir biçimde ihlalidir.
Sorun burada birilerinin hem Meclis Başkanlığı hem de siyasi faaliyet yapması gibi çift kasket kullanması değildir. Burada sorun meri anayasaya uymak ya da uymamak sorunudur. Türkiye'de iktidar gücünü elinde tutanları anayasa frenleyemiyor. Bu çok tehlikelidir.