Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Agah Oktay GÜNER
Agah Oktay GÜNER

Yeni sistem başladı

Çorlu'da meydana gelen tren kazası bütün milletimizi dağladı. Sayın Erdoğan'ın başkanlığının Meclis'te yeminle tescil edileceği ve bir seri şenlikle kutlanacak olan yeni sistem, simsiyah bir elem perdesinin arkasında kaldı. Konuyla ilgili teftiş raporları ve mahkeme kararı açıklandığı zaman, ülkemizin gelişmişlik düzeyine hiç yakışmayan bu kazanın sorumlularını göreceğiz. İlk gün yaşanan bu facianın son olmasını, Sayın Erdoğan'ın ve ekibinin sorumluluğu süresince, milletimizin güzellikler yaşamasını gönülden diliyoruz. Ancak bu başkanlık modelini Anayasa Hukuku içinde ve uluslararası düzeyde benzer bir modele oturtmakta çok zorlandığımı hemen ifade edeyim. Yeni hükümetin Sağlık Bakanı'nın ilk açıklaması: "İlaç fiyatlarını Sayın Cumhurbaşkanı belirleyecek ve açıklayacak" oldu. Başıma tuğla düşmüş gibi oldum. Hızlı çalışacak, verimli çalışacak iddiaları ile kurulmuş kabine ilk günden bu sözlerin boş olduğunu ortaya koymuştur. Geçmiş parlamenter sistemde bakanların, müsteşarların ve hatta genel müdürlerin açıkladığı konuların Cumhurbaşkanı tarafından açıklanacak olması, kabine açısından tam bir handikaptır. Böyle bir modele en başta dosyaların arkasına hapsedilen Sayın Cumhurbaşkanı itiraz edecektir.

Uluslararası kuruluşların Türkiye hakkında verdikleri raporlar iki temel tenkitte birleşiyordu:

1- Savurganlık, israf.

2- Gelir dağılımındaki adaletsizlikler...

Yetkileri azaltılmış, sınırlandırılmış bir mecliste 600 milletvekiline neden ihtiyaç duyulmuştur? 300 milletvekili bu göstermelik görevi ifa edemez miydi? Dört milyona yakın sığınmacı Suriyeliye yapılan masrafların 17 milyon insanı açlık sınırının altında yaşayan bir ülkenin bütçesinden ödenmesine kademeli olarak son verileceği ifade edilebilirdi.

Çıkmaz sokak

Geçmiş yazılarımda iktidarın iki ana çıkmaz sokağı olduğunu ifade etmiş ve bunlardan kurtulmasının şart olduğunu belirtmiştim. İlki dış politikadır. Suriye ile yaşadığımız sıkıntıların bizden kaynaklandığını görmeden kendimizi düzeltemeyiz. Başından itibaren tek adamın iradesiyle yürüyen, ehliyetli dışişleri kadrolarımıza yer verilmeyen tavırla dış politikamız tam bir çıkmaz sokaktadır. 16 yıl önce AB bayraktarlığı yapan hükümet şu anda AB'yi dışlamış görünüyor. Nitekim Cumhurbaşkanlığı törenlerini tebrik amacıyla tek Avrupa ülkesinin temsilci göndermediğini üzülerek görüyoruz. ABD ile ilişkilerimiz de fevkalade önemli engebelerle bezenmiş bir yoldan geçiyor. Türkiye Şanghay maceralarından ve üçüncü dünya ülkelerinin nefsimize hoş gelebilecek iltifatlarından dikkatle uzak durmalıdır. Yaşanmış tecrübeleri unutmadan, bilgiye, ehliyete ve akla dayanan bir dış politika anlayışına muhtacız.

Sayın Erdoğan'ın önündeki ikinci dinamit yumağı ekonomidir. Döviz fiyatlarındaki son yükselişle Türkiye'nin dış borcu 460 milyar doları geçmiştir. Bu borcun alacaklıları gözlerini Türkiye'ye dikmiş bekliyor. Türkiye bu borcunu nasıl ödeyecek? Bu borcun bu yıla isabet eden bölümü; kamu kesimi için 20-25 milyar dolardır. Özel sektör için 130-140 milyar dolardır. Cari işlem açığı için de 50-55 milyar dolar lazımdır. Bunları topladığımızda 220 milyar dolar civarında bir rakama ulaşırız. Bu boyutta bir borcun döndürülmesiyle ilgili ciddi endişeler var. Geçmiş yıllarda Türkiye bu çapta borçlar ödedi. O zaman ne değişti de Türkiye'yle ilgili, böylesi endişeler doğdu? diye sormak durumundayız. Dış alemde Türkiye bir güven kaybı yaşıyor. Kendi yanlışlarımızla yıktığımız, kendimizle ilgili güven duygusunu yeniden diriltmek zorundayız. Bizim toplum olarak en büyük zaafımız; karşılaştığımız kötü durumlarda yanlışımızı görmek yerine komplo teorileri icat etmemizdir. Bir takım devletlerin, dış güçlerin ekonomik bunalım meydana getirmek için Türkiye üzerinde çeşitli oyunlar kurduğu masallarını bir tarafa bırakıp "Biz nerede hata yaptık?" diyerek namuslu cevaplar vermek zorundayız. Ekonomimiz çok ciddi bir plana ve programa muhtaçtır. Bu programlar üç veya dört yıl vadeli olmalıdır.

Rejimin gücü

Başkanlık modelinde insanlık unutamayacağı şahsiyetleri tanımıştır. Bunların başında ABD iç savaşını bitiren, köleliğe son veren A. Lincoln geliyor. Mistik bir dünyası olan, kainatta öncelikle kendi yerini bilen bu şahsiyet Mevlana gibi güzideleri tanıyor ve onların ahlakıyla yaşıyordu. Biz de "ben" enaniyetini bırakıp "biz" idrakine ermeliyiz.

Türkiye de vakit geçirmeden büyük yetkiler verdiği başkanlık sisteminin her türlü kontrol tedbirini almalıdır. ABD'de Başkan, senatonun izni olmadan bir kuruş harcayamaz.

Sayın Erdoğan'dan birleştirici, bütünleştirici, ülkeyi her türlü israftan koruyan bir yönetim bekliyoruz.

Rejim ne kadar hukuka, fazilete ve dürüstlüğe dayanırsa o ölçüde güçlü olur.

Yazarın Diğer Yazıları