Yeni FETÖ'ler, yeni darbeler!!!

"Tarikat-siyaset-rant" üçgeninde, gericiliğe, bölücülüğe verilen tavizlerin ağır sonuçlarını görmek için Menemen vahşetini anımsamaya gerek yok...
"Siz isterseniz hilafeti bile getirirsiniz" diyen Adnan Menderes döneminde, başta Nurcular olmak üzere, tarikat ve cemaatlerin nasıl cirit attığını da anımsatmanın anlamı kalmadı...
1993'teki Sivas katliamında onlarca aydının katledilmesinin perde gerisindeki belediye-siyaset-tarikat üçgeninin vahşete varan bağnazlığını da kimse unutmuyor...
Ve aynı dönemlerde, "PKK ile mücadele ediyor" iddiasıyla başıboş bırakılan Hizbullah adlı örgütün Güneydoğu'da, önce sokak cinayetleri, sonra mezar evleri vahşeti, ardından da Diyarbakır Emniyet Müdürü Ali Gaffar Okkan suikastıyla devlete nasıl başkaldırdığı da hafızalardan silinmiyor...
Ve yine aynı dönemlerde, kendilerini "İslami Hareket" diye adlandıran radikal dincilerin Ahmet Taner Kışlalı'dan Uğur Mumcu'ya, Bahriye Üçok'tan Turan Dursun'a kadar çok sayıda yazarı ve bilim adamını katletmesi de tarihe bağnazlığın kanlı sayfaları olarak geçmişti...
Tüm bunlar, 1980 öncesi ve 12 Eylül darbesinin ardından tarikat ve cemaatlerle gerici örgütlenmelere oy uğruna taviz verilmesiyle Türk toplumuna yaşatılan ağır travmalardı...
Ancak Amerika'nın "Yeşil Kuşak Projesi"nde Türkiye'ye dayatılan şiddet, yukarıda anlatılan vahşet örneklerini böyle geride bırakmıştı...

El Kaide, IŞİD, katliam...

Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşu öncesinde ve genç cumhuriyetin ayakta kalma çabaları sırasında, en çok da tek partili rejimden çok partili sisteme geçildikten sonra yaşanan ağır travmalarla rejim erozyonlarında, bağnazlık ve gericilerin darbeleri etkili olmuştu...
Tarikatı, cemaati, Nurcusu, Süleymancısı, Nakşisi, İlimcisi, Menzilcisi yetmezmiş gibi; ABD "Yeşil Kuşak Projesi"nde uygun bir arazi olarak belirlemiş ki, Anadolu son yıllarda dinci terör için de uygun arazi olarak belirlenmişti!..
Emperyalizmin Anadolu topraklarına saplamaya çalıştığı kanlı hançeri de, dış mihraklarla Kurtuluş Savaşı öncesinde Atatürk için "katli vaciptir" fetvası çıkaran bağnazların torunları aynı anda tutmuştu...
Türkiye içerisinde emperyalizmin adeta sinsi karargahları olarak kullanılan tarikat ve cemaatler toplumu kuşatmakla yetinmemiş, daha önce Hizbullah örgütüne militan yetiştiren rantiye hücreleri bu kez Orta Doğu'yu böl-parçala-yönet stratejisi ile ele geçirmek için kullanılan El-Kaide'ye de hizmet etmişti...
İşte 15-20 Kasım 2003'te, İstanbul'da iki sinagog, HSBC Bank Genel Müdürlüğü ve İngiltere Başkonsolosluğu'na bombalı saldırı düzenleyerek 60'tan fazla masum insanı katleden El Kaide militanlarının, tarikat yurtlarında yetişen eski Hizbullahçılar olduğu ortaya çıkmıştı...
Velhasıl Türkiye, 2010-2020 arasında onlarca saldırı düzenleyen, devletin güvenlik güçleri ile çatışan ve polisleri şehit eden El Kaide'nin kanlı eylemlerinden çok çekmişti...
Ve ne olduysa, Körfez Savaşı sonrasında Irak'ın üçte ikisini ele geçiren El Kaide, ABD'nin operasyonları ile bir anda ortadan kaybolmuş, ancak 2011'den itibaren de IŞİD adı altında Orta Doğu'da yeniden katliamlara girişmişti...
Heyhat!.. Bir yandan Irak'ta ABD askerlerine onlarca kayıp verdiren, daha sonra da Libya'da Kaddafi'nin linç edilmesinde başrol oynayan Selefi militanlar, emperyalizmin gözü önünde son hedef olarak seçtikleri Suriye'ye 2011 ile 2021 arasında kan kusturmuştu...
Ne kadar ilginç ki, emperyalizmin hedefi Orta Doğu iken işgalin senaristleri Selefi örgütün hücrelerini Türkiye'ye ihraç etmiş ve IŞİD, Suruç'tan Diyarbakır'a, Ankara'dan İstanbul'a kadar onlarca eylemde 400'den fazla yurttaşı katletmişti...
İşte dönemin MİT Başkanı Teoman Koman, Hizbullah'ı nasıl "PKK'nın Güneydoğu'da kepenk kapatma eylemlerine bir tepki" olarak görmüşse, El-Kaide ve IŞİD de, "Suriye'de Esad rejimi ile mücadele ediyor" diye, Türkiye içerisinde ne yazık ki uzun süre başıboş bırakılmıştı...

Kalkışmadan ders almamak!..

Evet; Türkiye son 20 yılda Hizbullah'tan sonra El-Kaide ve IŞİD'den de çok çekmişti...
İşte IŞİD'in tam da pervasızlaştığı dönemde; devlet, siyasetle büyütülen FETÖ gerçeğiyle yüzleşmeye başlamıştı...
Dinci grubun 15 Temmuz 2016'daki darbe girişimi, cumhuriyetin kuruluşundan bu yana tarikat, cemaatler ve teröre altyapı hazırlayan gerici gruplara verilen tavizlerin nasıl ağır sonuçlar yaratacağını da göstermişti...
Türkiye maalesef paradokslar ülkesi...
PKK'nın partisi nasıl 20 yıldır Atatürk'ün Meclisi'nde cirit atıyorsa, Hizbullah'a yakın HÜDA PAR da 14 Mayıs seçimlerinde AKP'nin safında Meclis'e girdi ki, milyonlarca insan çok şaşırdı...
Ancak devletin 2016'dan 14 Mayıs seçimlerine kadar, bir yandan PKK, bir yandan da IŞİD'e karşı operasyonları sürerken, 50 binden fazla üyesi güvenlik birimlerinden ihraç edilen, 500 bin kadar üyesi de operasyona uğrayan FETÖ'nun halen büyük bir tehdit olduğunu bizzat Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın açıklaması çok şaşırtıcı!..

Önceki gün dedi ki Erdoğan; "FETÖ ile mücadelemiz artarak devam edecek. Kökü dışarıda olan bu yapıların en küçük rehaveti fırsata çevireceğini aklımızdan çıkarmayalım. Son FETÖ'cü hesap vermeden ne biz, ne devletimiz güvendedir."
Evet; yazının başından itibaren dikkat çektiğimiz gerici terörün tarikatlar, cemaatler üzerinden de büyüdüğü gerçeğini Erdoğan'ın FETÖ ile ilgili son açıklaması aklımıza getirdi...
O halde asıl soruyu bir kez daha soralım;

Hizbullah'tan El Kaide'ye, IŞİD'den FETÖ'ye kadar, tarikatlardan-cemaatlerden de beslenen dinci örgütler devlete darbe girişiminde bile bulunmuşken, (örneğin Menzilciler gibi) başka grupların bürokraside örgütlendiğine ilişkin binlerce gazete haberi ve siyasetçi raporu neden göz ardı ediliyor?...

Söyler misiniz; yeni FETÖ'lerin, yeni darbelerle baş kaldırmayacağını kim garanti edebilir?..

Yazarın Diğer Yazıları