Yargıda da ikinci dil... Egemenliğin çöküşü...
Ceza Muhakemeleri Kanunu’nun 202. maddesinde yapılan değişiklikle, sanığın mahkemede kendini beyan ettiği başka bir dille, tercüman aracılığıyla savunma imkanı tanınmıştır. Böylece, özellikle KCK davalarında Kürtçe savunmanın önü açılmıştır. Bir süre önce KCK davası tutukluları “ana dilde savunma için” ölüm orucuna yatmış, araya teröristbaşı Öcalan’ın sokulmasıyla iktidara boyun eğdirilmişti.
Bilindiği gibi KCK’lılar, Türkçe eğitim öğretim gördükleri, poliste, savcılıkta ve sorgu hakimliğinde Türkçe ifade verdikleri halde, sıra duruşmalara gelince “ana dilimle savunma yapmak istiyorum” isyanını başlatmıştı. Bu, devletin dili Türkçeyi tanımıyorum demektir. Doğrudan egemenliğimize isyandır.
Konuyu delilleriyle açıklayalım:
Birinci delil: Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS), “Adil Yargılanma Hakkı”, m. 6/3 fıkrası, (e) bendini birlikte okuyalım: “Herkes, mahkemede konuşulan dili anlamadığı veya konuşamadığı takdirde bir tercümanın yardımından ücretsiz olarak yararlanır.” Mesele bu kadar açık ve kesindir. Türkiye mevzuatını sözleşmenin bu hükmüne uygun hale getirmişti. Uygulama da böyleydi.
Ayrıca, Anayasamızın m. 90/5 fıkrasına göre, AİHS ve AİHM kararları, iç hukukumuzun üstündedir.
Şimdi soralım; acaba siyasi iktidar anayasamızı ve AİHS’i neden ihlal ediyor? Birlik ve bütünlüğümüze zarar vereceği açık olan bu yola niçin giriyor? Düşünelim ve sorgulayalım
İkinci delil: Güney Pasifik’teki Fransız toprağı sayılan Fransız Polinezyası yönetiminin, meclisi, hükümeti, başbakanı var. 1945 yılından beri mecliste dil olarak Tahitice geçerli ve bu dille yemin ediliyor. Ülkede %12 Fransızca, %66 Tahitice konuşuluyor. 2004 yılında “yenilenmiş özerklik statüsü” getiren yasa ile; Fransızcanın resmi dil olduğu, kamu hukuku görevlileri, kamu yararına görev ifa eden özel hukuk görevlileri veya kamu hukukuna muhatap herkes tarafından kullanılma mecburiyeti getirilmiştir. Buna itiraz eden Fransız Polinezyası Meclisi’nin, parlamentoda Tahiti dilini kullanma talebi Fransız Danıştayınca Anayasaya aykırı görülüp reddedilmiştir. Bunun üzerine dava AİHM’e taşınıyor. Mahkeme Fransız Danıştayının kararını haklı buluyor.
Kararda: AİHS’in 10. maddesine göre; Devletlerin egemenlik alanına giren dil konusu mahkemenin yetkisi dışındadır. Sözleşmenin hiçbir maddesinin, yerel dilleri garanti altına almadığı, bu bakımdan temel haklardan sayılan düşünce ve ifade özgürlüğüne göre inceleme yapılamayacağı, her devletin dilini kendisinin seçeceği ve bu kendi egemenlik alanına gireceği belirtilmiştir. Ayrıca ana dilde yapılan taleplerin, “kültürel haklar” kapsamına girdiğinden, ancak toplum içinde serbestçe yaşanıp geliştirilebileceği vurgulanmıştır.
Üçüncü delil: Fransa’nın Bask bölgesinde bir aile yeni doğan çocuğuna “Martin” ismini vermek üzere nüfusa müracaat eder. Fransız nüfus memuru, çocuğun ismini “Martine” olarak kayda geçer. Aile, Baskçada kelimenin sonunda(e) harfinin olmadığını söylerse de, memur Fransız dil kuralına göre ismin “Martin” okunabilmesi için sonuna (e) harfinin gelmesini söyler ve işlemi böyle yapar.
Bu işlemin ayrımcılık olduğu, çocuğun psikolojisini olumsuz etkileyeceği ileri sürülerek AİHM’e götürülür. Mahkeme Fransa’nın kararının doğru olduğuna hükmeder.
Kararda: Resmi dilde bulunmayan harflerin resmi kayıtlara işlenemeyeceğini, bunun egemen devletin yetkisinde olduğunu, hükümetin konulmuş olan kuralları ayrımcılık yapmaksızın uyguladığını, dil birliği amacıyla bir politikasının olmasının, objektif ve mantıklı olduğunu, dolayısıyla AİHS’in ihlal edilmediğine ittifakla karar vermiştir.
Dördüncü delil: AİHM’e Türkiye’den de benzer bir müracaat yapılmıştır. İsim değiştirmek ve Türk alfabesinde bulunmayan Q, W ve X harflerini kullanmak isteyen bir vatandaş, iç hukuk yollarını tüketince AİHM’e başvuruyor. Mahkeme talebi, haksız bularak reddediyor.
SONUÇ: Tarihimiz, uluslararası hukuk ve uygulamalarla, Türkiye’nin durumu taban tabana zıt durumdadır. AB uyum sürecinde, etnik gruplara kimlik kazandırıcı uygulamalar, milletimizin birliğini, devletimizin egemenliğini ve vatanımızın bütünlüğünü tehdit edecek boyutlara ulaşmıştır. Devlet televizyonunun 24 saat Kurmançça yayın yapması, okullarda Kürtçenin seçmeli ders olması, üniversitelerde Kürtçe öğretmen yetiştiren bölümlerin açılması, partilerin Kürtçe propaganda yapması, asırlık yer adlarının değiştirilmesi, mahkemelerde ana dilde savunma, resmi mercilere Kürtçe dilekçe verme, anayasadan egemenliğin kurucusu ve sahibi olan Türk Milleti sözünün çıkarılması, herkesi kuşatan Türk Milletinin bünyesindeki sosyal gruplarla eşitlenmesi, devletin bu gruplar arasında paylaştırılması gibi yasal düzenlemeler ve gündem maddelerinin, ülkemizi felakete ve iç çatışmaya sürüklediğini söylemeliyiz.
Bunların PKK ile mutabakata göre yapıldığı ifadesi yetersizdir. Gerçek adres; ABD, AB, İngiltere, İsrail gibi Haçlı merkezlerdir. Çare; Türk Milletinin uyanmasındadır.