Yandaşın ki can bizimki patlıcan
Anadolumuzun güzel bir öz deyişi var. "Seninki can da bizim ki patlıcan mı?" diye. Yaşadığımız süreçte bu bizim de başımıza geldi. Şiddetin her türlüsüne karşıyım. Hele hele gazetecilere bir tek fiske vurulmasına ömrüm boyunca karşı çıktım. Özel hayatı ya da mesleki çalışmaları esnasında şiddete uğramasını kabullenmek mümkün değil. Sosyal medyadaki "hak etti, etmedi?" tartışmasına asla girmem. Üstelik çirkin bulurum. Fakat 'adalet' kişiye göre uygulanıyorsa bırakın bunu affetmek, görmezden gelmek gibi bir lüksümüz olamaz. Alın size örnek.
İsmini dahi anınca midemin bulandığı bir gazete var. Onun muhabirleri, yazarları, temsilcileri yıllarca FETÖ'ye övgüler dizdi. Ergenekon, Balyoz, Askeri Casusluk kumpaslarında alenen 'tetikçilik' yaptılar. Küfür, tehdit, şantaj, itibar infazı... Akla gelen her türlü haltı 'itina' ile yerine getiriyorlar.
Haber müdürleri, televizyonda Türk ordusunun generallerine 'eşek gibi duracaklar' lakırtısında bulundu ama dönüp 'özür' bile dilemedi. Her fırsatta Recep Tayyip Erdoğan adına konuşup yazdıklarını açıkça ifade edenler, meydan okudular… Devlet imkanları ile ilan, reklam alırlar. Belediyelerden konferans adıyla nemalanırlar. Kitapları toptan alınıp, ücretsiz dağıtılır. Sarayın uçaklarında baş köşeye oturtulurlar. Din adına bol keseden ahkam keserler. Sözü uzatmayayım.
Türkiye'nin birçok yerinde sadece görevlerini yaptıkları, gerçekleri yazdıkları için gazeteciler saldırıya uğradı. Kolu, bacağı kırıldı. Kafalarına demir çubukla vuruldu. Resmen öldürmeye teşebbüs ettiler. Ama her biri 'serbest' bırakıldı. Çoğu mahkemeye bile çıkmadı. Savcı sorgulamadan 'hayati tehlikesi yok' diye iki saat içerisinde gönderdi. Gazetelerin, televizyonların binaları basıldı, tahrip edildi. Minibüslere binip geldiler. Güvenlik kameraları önünde kırıp-döküp zafer pozları verdiler. Lakin polis, bir tek zanlıyı dahi gözaltına almadı.
Son yıllarda yaygın fikir oluşturuldu ya hani; 'Bizim hırsızımız, bizim teröristimiz, bizim fetöcü'müz' diye… Eğer suçu yandaş işlemişse sakıncası yok. Muhalife saldırılınca hükümet ve sarayın sözcüleri kulağının üzerine yatıp 'geçmiş olsun' ya da 'kınama' mesajı iletmezler. Yandaşa iki tokat atılınca 'Peşini bırakmayacağız. En ağır şekilde cezalandırılacak!" açıklamasının neresinde ahlak, adalet, zerafet var?
Değerli okuyucularımıza peşinen bunun 'şahsi mesele' olmadığını hatırlatmalıyım. Sadece Anayasa'nın ilkelerinin tüm vatandaşlar için geçerli olduğunun altını çizmeliyim. Bilmem ne gazetesinin haber müdürü çirkin olaydan sonra yandaş kimliğini ön plana çıkarırken 'bizim hükümetimiz zamanında bize yapılan haksızlık' diyor. Demek ki, Bize yapılan haklı! Bize yapılan saldırıdan sonra 7 kişi iki saat iki dakikada üst araması, ifadeleri, hastane raporu alınıyor. Avukatları anında hazır ediliyor, güvenlik kameraları görüntülerine, hastane raporlarına rağmen bazı siyasilerin 'devreye girip baskı yapması' ile kahraman edalarıyla serbest bırakılıyor. Ama bizim iktidarımız diye tanımladığı hükümet 'peşini bırakmadığı' için 4 zanlı tutuklanarak cezaevine yollanıyor ve adında 'Adalet' olan iktidar partisi 'ötekileştirdiği diğerlerinin faillerini' adeta ödüllendiriyor. Bu tablo karşısında sıradan vatandaş 'adaletiniz batsın!' deyince 'hakaret'ten dava açılıyor. Ben ne diyeyim hakaretinizin ölçüsünü seveyim… Sevgili Yaşar Okuyan'ın tabiri ile 'Adaletinizin gözbebeğini öpeyim'. Anlaşıldı… Sizinkisi can, bizim ki patlıcan... Patlıcanın mevsimi de geldi. Neler yapılır neler… İmam bayıldı, karnı yarık, oturtma, güveç vs.
Her şey çok güzel olacak! Afiyet olsun.