YABANCILARA YARANMAK ÇABASINA İSYAN EDEN BOĞAZLIYAN KAYMAKAMI KEMAL BEY
Böyle adalet olmaz olsun
Bolca işgal, iftira ve teslimiyet vardı. Bugünleri andırıyordu düzen... O, devletin kanunlarını uyguladığı için, düzmece bir mahkemede yargılandı, işgalcilere kurban verildi... Türk Milleti her zaman “Kemal Bey”ler çıkarır. Gönül ister ki; aramızdan Nemrut Mustafalar, Sait Mollalar,
Damat Feritler çıkmasın...
Kemal Bey’in ismini ortaokul öğrencisi iken babamdan duydum. Boğazlıyan’da kurdukları Futbol kulübüne, Kemal Bey Spor Kulübü adını verdiklerini, Kemal Bey’in İngilizlerin baskısıyla idam edilen bir kahraman olduğunu anlatırdı.
Çocukluğumun ve ilk gençliğimin kahramanı Kemal Bey’i ve ona yapılan haksızlıkları hiç unutmadım. Asala terörünün azdığı 1980’li yıllardı. Boğazlamak kelimesini çağrıştıran, taşıdığı “yan” ekiyle Ermenice bir kelime izlenimi uyandıran “Boğazlıyan” ilçemizin adının, Kaymakam Kemal Bey’e ithafen “Kemalkent” veya “Kemal Bey” olarak değiştirilmesi için, Yozgat Milletvekillerine, Siyasi Parti’lerin Boğazlıyan ilçe başkanlarına, köşe yazarlarına mektuplar yazdım. Yalnızca bir siyasi partinin ilçe başkanı Avukat Oğuzhan Bey’den -maalesef soyadını hatırlamıyorum- cevap alabildim.
Görevini yapmıştı
Osmanlı Devleti 14 Mayıs 1915’te “Tehcir Kanunu”nu çıkarmıştı. Saldırılarını devam ettiren Ermeniler, 2 Eylül 1915’te Boğazlıyan ilçesine bağlı köyleri ateşe vermişler, İçişleri Bakanlığı da bir telgraf emri ile, 24 saat içinde Suriye istikametine sevk edilmelerini emretmişti. Kemal Bey, bu emri yerine getirmişti.
1918’de, İngiliz ve Ermeni baskıları sonucu Kemal Bey’in görevine son verildi ve tutuklandı. Divan-ı Harp’te yargılanmak üzere, işgal altındaki İstanbul’a götürüldü. Kemal Bey’i savunacak bir avukat bile bulmak zordu. Saadeddin Ferid, gönüllü olarak savunmasını üzerine aldı.
Dîvân-ı Harb savcısı Sâmi Bey iddianamesinde: “ Savaş Hükûmeti tehcire başvurmuş ve yanlış bir düşünceyle bu işi çocuklara ve kadınlara kadar yaygınlaştırmıştı. İşte bu tedbirsizlik sebebiyle, bazı kimseler şahsî çıkarlarını düşünerek bilinen faciaları meydana getirmişlerdi”. Diyordu.
Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey de, savcıya göre, suçlulardan biriydi. Mahkeme sırasında, çoğu Ermeni Komitacılarından oluşan bir sürü yalancı şahit, Kemal Bey’in suçlarını (!) sayıp dökmeye başlamışlardı.
Uşaklar Heyeti
Saadeddin Ferid Bey’in savunmasından sonra söz alan Kemal Bey;
“- Düne kadar bir hâkimler heyeti hâlinde olan sizler, bu dakikada bir tarih mahkemesi sıfatını almış bulunuyorsunuz. Savaşta yenilişimizin aleyhimizde meydana getirdiği hezeyanı durdurmak maksadıyla, iddia makamının da isteği üzere, kurbanlar verilmesi bir siyaset icabı sayılıyorsa, bu kurban ben olamam. Siz kurban seçmekle değil, ancak hak ve adaletle hüküm vermek vicdanî görevi taşıyan bir yüksek heyetsiniz. Mutlaka kurban aranıyorsa herhalde, bütün bu işlerin tertipçisi ve idarecisi olarak benim gibi küçük bir memur bulunacak değildir.”
Baskılara dayanamayan Dîvân-ı Harb Reisi Hayret Paşa’nın yerine “Nemrut Mustafa Paşa” tayin oldu. Mahkeme, artık bir uşaklar heyetine dönüşmüştü.
Nemrut Mustafa, Kemal Bey’e soruyordu: Memleketimiz dâhilinde yaşayan vatandaşları, birini diğeri üzerine sevk ederek can ve mal tecavüzüne teşvik etmenin cezası nedir, bilir misin?
- İdamdır Paşam...
- Kendi hükmünü kendi ağzınla verdin Kemal Bey, biz de senin için bu karara varmıştık.
Kararın onaylanması için Damat Ferit Paşa’yı Saray’a gönderdiler. Vâhideddin, Şeyhülislâmdan fetva istedi. Mustafa Sabri Efendi, “İstenilen fetva değildir. ’Kazâya’aittir, benim ise kazâya yetkim yoktur” diyerek fetvâ vermekten kaçındı. Padişah ısrar edince; İrade hazırlandı, imzalandı. İdam için gerekli hazırlıklar yapıldı.
İdam sehpasında
Kemal Bey’in olup bitenden haberi yoktu. Bekirağa Bölüğü’nde, tutuklu arkadaşlarıyla konuşurken çağırdılar.
Beyazıt meydanında mahşerî bir kalabalık vardı.
Kemal Bey, ağır ağır yürüyordu. Metindi. Son sözü soruldu. Konuşmaya başladı:
- Ben bir Türk memuruyum. Aldığım emri yerine getirdim... Yabancı devletlere yaranmak için beni asıyorlar. Eğer adalet buna diyorlarsa, kahrolsun böyle adalet.
Halk bir ağızdan cevap veriyordu:
- Kahrolsun böyle adalet!
- Çocuklarımı asil Türk milletine emanet ediyorum. Bu kahraman millet, elbette onlara bakacaktır. Allah vatan ve milletimize zeval vermesin, Âmin!
Kemal Bey, iskemlenin üzerinden kendini boşluğa bırakmadan birkaç kelime daha söylemek imkânı buluyordu:
- Borcum var, servetim yok! Üç çocuğumu millet uğruna yetim bırakıyorum. Yaşasın millet!
O günlerde Bekirağa Bölüğü’nde tutuklu bulunan Ali Fethi Okyar hatıralarında: “Kemal Bey’in idamı ile, devletimiz, cinayet iddialarının doğruluğunu kabul ve tasdik etmiş olmaktaydı” dedi.
Türk Milleti her zaman “Kemal Bey”ler çıkaracaktır. Gönül ister ki; aramızdan Nemrut Mustafa’lar, Sait Molla’lar, Damat Ferit’ler çıkmasın...
* Fazlı Köksal
++++++
Daha gelmem Davosa
geldim para mı verdiniz
bir de beni gerdiniz
nedir sizin derdiniz
daha gelmem Davosa
hava zaten soğuktu
salon tümden boğuktu
moderatör bozuktu
daha gelmem Davosa
perez bana bağırdı
cinlerimi çağırdı
sözlerim çok ağırdı
daha gelmem Davosa
* Osman Ergin
++++++
Türk ulusu değil hainler siparişle...
HaberTÜRK kanalında izlediklerim artık “Bu kadar da olmaz” dedirti. Abesle iştigal olan konuların, televizyon kanallarında tartışılır hale gelmesi bir ’kısım medya’nın tarihimize de saygısının kalmadığının bir göstergesidir.
Haksöz Dergisi Yazarı Hamza Türkmen adlı şahıs “Kurtuluş Savaşı olmamıştır”, “Türk Ulusu siparişle icat edilmiştir”. “Kuvay-ı Milliye halk hareketi değildir” diyerek, tarihiyle ve kahramanlıklarıyla övünebilecek bir ulusu yerin dibine batırmıştır.
Son yıllarda, sistematik bir biçimde, bazı kanallarda Türkçülük, Milliyetçilik,
Atatürkçülük gibi kavramlar sanki birer suçmuş gibi gösterilerek milletin değerleriyle dalga geçilmektedir.
Atatürk bugün yaşasaydı ve tekrar kendisine sorsalardı “Bu millet için bu savaşı verir miydin?” diye, eminim gözleri yaşlı bir biçimde “Değmezmiş” derdi.
Ülkenin gelmiş olduğu nokta budur. İktidardakiler ve ne yazıkki bir takım milliyetçi geçinen muhalefet gaflet ve delalet içindedir. 50 sene sonra bu ülkede Atatürk’ün büstlerini, anıtlarını meydanlardan indirirlerse hiç şaşmayın.
* Oğuz Tanrıkulu
++++++
SORU CEVAP
AKP “Ya Tunceli beni alır, ya ben Tunceli’yi” mi diyormuş?
Evet, AKP Tunceli’nin eski tabelasını alır gider. Yenisinde Dersim Vilayeti yazıyor da...
* Süheyla Kırılmazoğlu
++++++
Bakan’ın işi gücü mü yok?
Bursa da bir belediye başkan adayı ile birlikte Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik’i halktan oy isterken gördüm.
Siyasetin ne hale geldiğini düşündükçe kahroluyorum.
Bakanın başka işimi kalmadı da, kapı kapı dolaşarak bir ilçe belediye başkanına oy istiyor.. Sanki bu ülkede işsizlik çözülmüş, geçim derdi yok, emeklilerin sıkıntıları halledilmiş de sayın Bakanımız ev ev dolaşarak vatandaştan oy istiyor. Asgari ücretin Açlık sınırın altında olduğu, işsizliğin %12,9 lara (kayıtlı)ulaştığı, reel sektörün bittiği, emeklilerin aylıklarının eridiği ülkemizde bakanımız oy peşinde...
* A.Akbulut
++++++
Çağdaş Lawrence
Tarihten ders almak zorundayız. Vatanı bir çift kadın memesine satanların başka işi
olabilir mi?
* Zekai Durmuş
++++++
Söylemiyoruz, söyleniyoruz
Kanada’da atıp tutan bir delinin 2500 sayfalık hatıra defteriyle vakit kaybetmek yerine bunların üzerine gidin:
Deniz Feneri Davası, Yimpaş Davası, Kombassan, Bandırma’da batan feribot, Diyar A.Ş. ve gelirleri, Osman Baydemir’in beyanatı, Meclis çatısı altında bulunan vekillerin dosyaları, Tuncay Güney’i konuşturan TRT yönetimi, RTÜK Başkanı, Şaban Dişli, Mir Dengir Fırat, ihaleler, belediye yolsuzlukları, 2 B ile yağmalanan hazine arazileri...
Haydi kolay gelsin...
* Mehmet Zekâi Atamer
++++++
Düze çıkarız
Krizden bu kadar korkmamız için sebep yok ki... Bizim iki yılda kendilerini ve yedi sülalelerini düze çıkaran ekonomist çocuklarınız var. Şimdi de ülkeyi düze çıkarırlar. Boşuna mı ABD’lerde
burslu okudular..
* Okan Özbaşaran
++++++
MİNİ YORUM
Baskı olmaması mümkün mü?
Özdemir Akı adlı okuyucumuz, “Gazete patronluğu ile sermaye patronluğu tek elde birleşirse böyle olur. Doğan Grubu’nun ticari ilişkileri var, Yeniçağ neden baskı altında tutulamıyor?” diye sormuş. Elbette, Yeniçağ, muhalefetini dikensiz gül bahçesinde yapıyor diyemeyiz. Bu gazete üzerinde de çok ciddi bir baskı var. Bu baskıyı tanıdığımız için, Doğan Grubu veya diğer medya gruplarının, sadece kendi canları yandığında bile olsa, attıkları çığlıkları anlayabiliyoruz. Bu yüzden ‘mesele gazetecilik meselesi olmalı’ diyoruz. Yeniçağ da her türlü ticari, hukuki yol denenerek, maddi-manevi yıpratılmak isteniyor. O nedenle okurumuzun sorusunda ufak bir düzeltme yapmak isterim: Yeniçağ da baskı altında tutuluyor ama sindirilemiyor. Çünkü bu gazete şan olsun diye çıkarılmıyor...