Vesayetin yerlisi kötü de, yabancısı iyi mi?
Bir yerlerde pişirilip önümüze konuyor; buyur ye deniyor. Biri bitmeden yenisi geliyor. İşte size vesayet yemeği.
“Demokratikleşme” ve “özgürleşme” yemeği çok yendi. Öyle ya papaz her zaman pilav yemezmiş. Nerede o papazlar? Sonra serviste çok kalınca ekşime de oluyor.
Laf aramızda iyi sürüm yaptılar. Kan içen terör, devleti böleceğim diye meclisten meydanlara kadar her yerde bas bas bağırarak, can alıp, şehirleri yakıp yıkarken, şifadır diye bu pilavı az mı yedirdiler. Ne diyelim akıl hocaları keskinmiş!.. Cinayet makinelerine, “demokrasi” ve “özgürlük” yakıtı verdiler. Yok yok, bu akıl (!) bu topraklara ait olamaz.
***
Sahi nedir bu vesayet? Uzatmadan Türkçe sözlüğe bakalım. “Vasilik: Vesayet ve himaye altına giren bir devlet, istiklalini yitirir. Haldun Taner.”
Evet sözlük böyle açıklıyor. Demek ki, hem kişi, hem devlet için geçerli bir kavram. Eğer kişi kendini yönetemeyecek yaşta ise, (bu akıl yaşını da kapsar) birinin himayesine tabi tutulur. Artık o kişi ‘hami’ye teslimdir.
Durum devlet için de böyledir. Kendini yönetemeyen devlet, vesayet altına alınır. İstiklalini kaybeder. Emperyalizme teslim olur. Biz buna “hoş geldin mandacılık” da diyebiliriz.
Bu hatırlatmalardan sonra bizim akıldanelerin “vesayet” çığlıklarına dönebiliriz. Bunlar vesayete hayır derken, emperyalizmin aşılmaz engeli Türk Ordusunu hedef tahtasına oturtuyorlar. Bunu da gizlemiyorlar. Diyorlar ki, Türkiye TSK’nın vesayeti altındadır, bundan kurtulmak istiyoruz. Bütün yanlışlıkların ve kötülüklerin anası burasıdır.
Bu iddianın doğruluğunu kabul edip, ülkemizin manzarasına bakalım.Vicdanımıza karşı dürüst ve cesur olarak bir gözlem yapacak olursak, neredeyse her kurumun, ideolojinin ve hatta kişinin ve hatta bölücü terörün vesayeti altında olduğumuzu görüyoruz.
Örnekleyelim. Demokratik rejimin temel kurumu olan partiler, kusura bakmasınlar, genel başkanların vesayeti altında değil mi? Parti vesayet altına sokulunca, Mecliste ve sandıkta demokrasi, kurum ve kurallarıyla işleyebilir mi? Sandıktan çıkan sonuca tek adam iradesi (vesayeti) denmesi gerekmez mi?
Anayasayla (millet iradesiyle) kurumlara hangi görev ve yetkilerin verildiği malum. Bu kurumlar, başta TBMM olmak üzere yargı, TSK ve diğerleri, yasaların verdiği yetkileri hangi ölçüde hür olarak kullanabiliyorlar? Siyasi iktidarın vesayetinden hangi ölçüde kurtulabiliyorlar? Mesela YÖK, yasaların verdiği yetkiye göre kendini yönetebiliyor mu?
Milli Mücadele ile inşa ettiğimiz, bin yıldır olduğu gibi, bir millet, bir devlet esasına dayalı egemenliğimizin, etnik gruplara göre parçalara ayrılıp, temellerin yıkılmasına cüret edilmesi “vesayet”in de ötesi değil mi?
Evet vesayet örneklerini burada keselim ve kendimize üç soru yöneltelim.
Soru 1- Uzun yıllardan beri ülkeyi yönetenlerin, (en tepeden aşağıya doğru) ehliyet ve liyakatindeki düşüşün sürmesiyle, devlet kurumlarının zayıfladığı, iç sürtüşme ve çatışmalarla insanlarımızın kamplaştığı, bunun her alanda yaygın bir vesayet düzenini doğurduğu görülüyor. Bu tablodan niçin sadece TSK seçilip hedefe konuluyor? Bütün iç ve dış güçler Türk ordusunu itibarsızlaştırmaya çalışırken, niçin, özellikle son yıllarda devletimizin ve milletimizin omurgası olan bu kurumumuzla uğraşılıyor?
Soru 2- Bu vesayet şikayetleri birer sonuç değil mi? Niçin bu sonucu doğuran sebeplerle uğraşmıyoruz? Sebepler ortadan kaldırılmadan, sonuçlar üzerinden tartışmalarla, ağır suçlamalarla kurumlarımızın yıpratılması, gerginlik ortamını beslemez ve vesayetin artmasına hizmet etmez mi?
Soru 3- Acaba niçin dış vesayetten şikayet edilmiyor? Aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 25 İslam ülkesinin bölüneceğini açıkça ilan eden ABD’nin Büyük Orta Doğu Projesinde, “Bize bu projede eşbaşkanlık görevi verildi” diyen ülkenin başbakanı ise, bunun adı tam anlamıyla vesayet değilse, nedir? ABD’li bir hukukçunun Adalet Bakanlığında yönlendirici çalışmalar yapması, egemenliğin temelini teşkil eden yargılamanın dış vesayetin altına sokulması değil mi?
Vesayet kalkmalı diyerek Türk ordusuna saldıranların, ülkede rejimi bile esir alan vesayetleri görmeyenlerin, özelikle emperyalistlerin vesayetinden hiç bahsetmeyenlerin soruna ilke ve ülke açısından yaklaştıklarını söyleyebilir miyiz?