Vergiyi kim veriyor?
Son yıllarda özel sektörün kendi arasında bir tartışma var... Vergiyi kim veriyor? Muhakkak olan, vergilerin üçte ikisini, zengin ve fakirin aynı oranda verdiği ÖTV, KDV gibi dolaylı vergilerden oluştuğudur. Ancak tartışılan toplam vergi gelirlerinin dörtte biri olan gelir ve kurumlar vergisini özel sektörden kimler veriyor? Söz gelimi en yüksek gelir vergisi verenlerden ilk 6 sıranın Koç’larda olması ne anlam ifade ediyor? Yeni ve imtiyazlı iş adamlarının oluştuğu şeklindeki iddialar bir tevatürden mi ibarettir? Yoksa adını açıklamayan bunlar mıdır?
Vergilemede herkesin bildiği bir laf var... “Kazı bağırtmadan yolacaksın.” Bu söz aynı zamanda vergi psikolojisinin önemini gösteriyor.
Kazı bağırtmadan yolmanın ilk şartı vergi mükellefleri arasında ayırım yapmadan, haksız rekabete yol açmadan, doğru ve adil vergi almaktır. Eğer yeni zenginler varsa, bunlar daha düşük vergi veriyorsa veya adlarını açıklamaktan kaçınıyorsa, vergilemede haksız rekabet var demektir. Haksız rekabet yatırımcının şevkini kırar. Mükellefi vergiden kaçınmaya iter.
Anayasamıza göre vatandaşın vergi ödevi var... Buna karşılık devletin de kamu hizmeti yapmak ödevi var... Falan vergi, falan hizmetin karşılığı değildir... Harçlar ise bir hizmet karşılığıdır... Ancak genel anlamda toplum vergi verir... Devlet de topladığı vergi ile hizmet yapar...
Öte yandan önemli bir şart da ülkede bir vergi bilinci oluşturmaktır. Vergi bilinci de vergi mükellefinin kamu hizmetlerinin kendisi için vazgeçilmez olduğu gerçeğini iyi bilmesi ve yapılan hizmetin doğru yapıldığına inanması ile mümkün olur. Ödenen vergi ile yararlanılan hizmet arasında bir orantı veya bir bağlantı yoktur. Aynı şekilde herkes kamu hizmetinden aynı oranda faydalanamaz... Hiç vergi ödemeyen de vergi ödeyen de aynı oranda faydalanabilir... Genelde herkes tüketim vergileri gibi dolaylı vergileri öder. Bazılarına devlet ödedikleri verginin üstünde maddi destek sağlar.
Mesele devletin bugün kamu hizmetlerini aksatmadan ve doğru yapmasıdır... Gerekçesi ne olursa olsun, devlet doğrudan veya dolaylı olarak eğitim ve sağlık hizmetini etkin bir şekilde yapamıyorsa, eğitim hizmetini ideolojik çerçevede tutuyorsa, vatandaş özel hastanelere fark ödüyorsa, hastane kapılarında saat beşlerde kuyruğa giriyorsa... Yahut herhangi bir cerrahi müdahale için altı ay sonrasına gün veriliyorsa, vatandaş da vergisini isteyerek vermez. Elbette vergi mükellefinin kafası karışacaktır.
Vergi bir yüktür... Kimse güle oynaya vergi vermez... Bu yüzden vatandaşa verdiği vergiye karşılık kamu hizmetlerinin yapıldığını iyi anlatmak veya göstermek gerekir... Tersine verdiği vergi ile hizmet yapılmıyorsa vergi mükellefi vergiye karşı tepki duyacaktır... Vergiye karşı direnç gösterecektir.
Çıkarılan yasa ile devlet yap-işlet-devret modelinde, özel sektörün dış borçlarına garanti veriyor. Bu dış borçlar devlet borcuna dönüşürse, bunları da sonunda vergi mükellefi ödeyecektir.
Ayrıca bütçe kaynaklarının bu dış borçlara tahsis edilmesi, kamu hizmetlerinin aksamasına yol açacaktır. Bunlar vergiye karşı direnci ve tepkiyi artırmaktadır.
Sonuçta, vergi mükellefi “Ben ayağımı yorganıma göre uzatıyorum... Devlet de aynısını yapsaydı... Eğer devleti yönetenler, bunu yapmamış ve ödenen vergilerden siyasi arpalıklar oluşturmuşsa ve hiç kimse de bunun hesabını vermiyorsa, başka bir ifade ile ‘yapanın yanına kâr kalıyorsa’ o zaman yeni ödeyeceğim vergiler de aynı şekilde kullanılacaktır” diye düşünür.