Vefatlar ve çöküşün asıl sebebi...
Önce edebiyatçı-yazar Osman Akkuşak'ın acı haberi geldi. Onu, genç yaşlarımda Cağaloğlu'nda tanımıştım. Zaman zaman çalıştığımız gazetelere de ziyarete gelir, Türk dili üzerindeki bilgilerini paylaşırdı. Tanıyıp da sevmeyeni yoktu.
Sonra adı Gümüşhane ile anılan Mustafa Canlı'yı ve ilahiyatta Türkiye'nin yıldızlarından biri olan Prof. Dr. Hasan Onat'ı salgın hastalıktan kaybettik. Derken tarihi tespitleriyle günümüzde olan biteni anlamamızı sağlayan Prof. Dr. Salim Çöhçe'nin uzun süredir tedavi gördüğü hastalıktan aramızdan ayrıldığını duyduk...
Şu anda İstanbul'da değilim ama koronadan bir komşumuzun vefat ettiğini haber aldım. Yakınlarımdan hastalığa yakalanıp iyileşenler de var, yoğun bakımda direnen de... Öyle bir virüs ki en küçük bir ihmali bile affetmiyor.
Yahya Kemal'in dediği gibi "Ölüm kaderde var, bize ürküntü vermiyor, Lakin vatandan ayrılışın ızdırabı zor…"
Tabii dostlardan ayrılmanın ızdırabı da zor... Üstelik vatanın vatan olarak kalmasını sağlayan dostlar… Tabii onlar gibi nice dostlar, nice yiğit insanlar, şehit askerlerimiz ve gazilerimizle birlikte…
***
Gün geçtikçe Covid-19'un, laboratuvarda geliştirildiği ve zaten var olan korona virüsün AİDS virüsü ile güçlendirilmiş olduğu netleşiyor. Bütün insanlığı kendilerine köle olarak yaratılmış gibi görenlerin ırkçı zihniyetinin ürünü bu…
İnsanlık bunu da aşacaktır...
Türkiye ekonomisi ise yıllardır uygulanan bilinçli politikalar sonucu çökme noktasına getirilmiştir. Gerçi Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, "Salgın etkisini yitirip taşlar yerine oturdukça Türk ekonomisi yeni rekorlara koşmaya devam edecektir." diyor ama salgın, böyle giderse salgın, etkisini yitirmeyecek daha da artıracaktır. Çünkü bu salgın doğal bir sürecin sonunda ortaya çıkmamıştır. Virüslere insan müdahalesi vardır. Dolayısıyla salgının etkisini yitirmesi, salgını çıkaranların ürettiği güvensiz aşılar için vatandaşlarının denek olarak kullanılmasına izin vermekle mümkün olamaz. Kaldı ki ekonominin asıl çöküş sebebi salgın değildir. Ekonomi zaten çökertilmişti, salgın daha da aşağıya çekti…
***
Türkiye'nin güneyinde Amerikan desteğiyle yeni bir devletçik kurulması, Ege ve Doğu Akdeniz'de ABD, AB ve Arap ülkelerinin desteklediği Yunanistan'ın Türkiye'yi kıyı şeridine hapsetmeye çalışması, bütün bunlar yetmezmiş gibi Ermenistan'ın Azerbaycan'a saldırması, ekonomideki bilinçli çökertme operasyonlarından veya yakın tarihteki ordunun uydurma davalarla zaafa uğratılması girişimlerinden bağımsız değildir. Bu süreçlerin birbiriyle doğrudan bağlantısı vardır…
Durum bu merkezdeyken Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar, "Kafkasya'da barış ve istikrarın en büyük engeli Ermenistan'ın saldırgan tutumudur ve bölgeyi ateşe atacak bu saldırganlıktan derhal vazgeçmelidir? Toprak bütünlüğünü koruma mücadelesinde tüm imkânlarımızla sonuna kadar Azerbaycan Türkü kardeşlerimizin yanında olacağız." dedi ama gerek Yunanistan'ın gerekse Ermenistan'ın bu kadar saldırgan tutum izlemelerinin arka planına bakmak gerekir.
Elbette bakıyorlardır ama böyle kritik bir süreçte, bütün milletin birlik olması gerekirken ve bunu sağlamak en başta Cumhurbaşkanı'nın göreviyken, Tayyip Bey'in hâlâ, seçimleri düşünerek Gaziantep'te "Cumhur ittifakı olarak dayanışmamız çok önemli" demesi bana Mustafa Kemal Paşa'nın, 22 Mayıs 1919'da, yani Samsun'a çıktıktan hemen sonra İstanbul hükümetine çektiği telgrafta, "Millet yekvücut (birlik) olup hâkimiyet esasını ve Türk duygusunu hedef tutmuştur." demesini hatırlatıyor.
Böyle bir ortamda bile halkın birbirine karşı iki ittifaka bölünmüş olması, doğru bir politika değildir hatta çöküşü hızlandıran en önemli etkenlerden biridir.
Bu cendereden çıkışın birinci şartı, Türkiye'nin bir an önce bu bölünmüşlükten kurtulmasıdır.