Uzun dönemli durgunluk (18 Mart 2014)
Türkiye’ye kredi notu veren reyting kuruluşlarının bu notu zaman zaman tartışılır. Yanlış olduğu savunulur. Şimdi de FED raporunda Türkiye’nin dünyada en kırılgan ülke olarak ilan edilmesi tartışılıyor.
FED raporu yanlış da olabilir. Hatta FED’in Türk ekonomisini en kırılgan ülke ilan etmesinin, Türkiye için bir nevi dolaylı ambargo olduğu da düşünülebilir. Başbakan’ın ABD elçisine aşırı tepki göstermesi, Suriye sorununu ABD çıkarlarına ters düşecek şekilde tırmandırması, Başbakan’ın ABD’nin terör örgütü olarak ilan ettiği kişi ve örgütlere farklı bakması ve İsrail ilişkileri gibi nedenlerle ABD bu dolaylı ambargoyu koymuş olabilir. Ancak ABD’nin tutumunu tartışmak sonucu değiştirmez. Çünkü global sermaye ABD’nin ne dediğine bakar. Sorgulamaz. Sorgulama sorunu da olamaz. Zira dünya doların çevresinde dönüyor. Bizim de sorgulama hakkımız olmaz. Çünkü ekonomik istikrar MB döviz rezervlerine önemli ölçüde bağlıdır.
Bizim yapacağımız ekonomideki kırılganlığı düşürmektir. Ne var ki başta hükümet olmak üzere hiç kimsenin böyle bir niyeti yoktur. İlgili bakanlar seçim sonrası düzelir diyor. Ne var ki aslında tam tersi, çünkü seçim ekonomisi muhtemel bir krizi önlüyor. Piyasayı canlı tutuyor. Seçim sonrası ise durgunluk artacaktır.
Neden durgunluk?
1) 2013 yılı ortalama tasarruf oranı yüzde 12 dolayındadır. Yatırımların bir kısmı yabancı kaynaklarla sağlanmaktadır. Küresel likiditenin azalması, Türkiye’nin tasarruf-yatırım açığını dış kaynakla sağlamak imkanlarını daraltmıştır. Aslında Türkiye sabit sermaye yatırımlarını unuttu. TÜİK, her ay finansal yatırım araçlarının reel getirisini hesaplıyor ve yayınlıyor. Ancak, milli gelir hesapları dışında hiçbir yerde sabit sermaye yatırımlarındaki gelişmeyi net olarak bulmazsınız. DPT, yapıyordu. DPT’yi de bu hükümet kapattı. Sabit sermaye yatırımlarında net artış olmayınca ekonomide büyüme artışı yavaşlar.
2) Toplam talepte azalma olacaktır. Bunun bir nedeni kurların artması ve bu yolla ithalatımız içinde yüzde 13 oranında yer alan ithal tüketim mallarının pahalı olmasıdır. Bir diğer nedeni, dayanıklı tüketim mallarında tüketicinin doyuma ulaşması ve birkaç yıl bu doyumun devam etmesi ihtimalinin yüksek olmasıdır.
3) Döviz kurları 8 yıl boyunca düşük tutuldu. Kur normal dengeye gelince, düşük kura bağımlı olan üretim, bocalamaya başladı.
Bir iki sene sonra üretimin ithal ara malı ve ham maddeye bağımlılık oranı azalacaktır. Ancak bu süre zarfında kur artışından dolayı üretimde aksamalar olacaktır. Bu da durgunluğu besleyecektir.
4) Dış borç, bankaların ve kamu altyapı yatırımlarının yabancıya satışı, geride kalan yıllarda döviz girişi sağladı... Döviz ihtiyacı karşılandı ve açıklar kapatıldı. Bundan sonra dış borçların, özellikle bir yıldan daha kısa vadeli olan 130 milyar dolarlık dış borçların çevrilmesi riski artmıştır. Riskli ülke konumuna gelmiş olduğu için Türkiye’nin dış borçlanma maliyeti de yüksek olacaktır. Yani artık daha fazla faiz ödeyeceğiz. Dahası, yabancıya satılan bankalar ve kamu altyapı kurumları elde etikleri net kârı dışarı götürecek. Yani ülkeden kaynak transferi artacaktır. Yine net yabancı sermaye çıkışı da olunca, büyüme olumsuz etkilenecektir.
5) Seçim ekonomisi nedeniyle KİT zamları yapılmadı. Seçimden sonra bu zamların yapılması üretim maliyetlerini ve üretimi etkileyecektir.
2001 yılında eksi büyüme (küçülme= resesyon) oldu ve fakat kısa sürdü. Bir anlamda bu krize düzeltme olarak da bakabiliriz. Önümüzde görünen ise daha uzun süreli bir durgunluk(depresyon) şeklindedir. Uzun süreli durgunluk, işsizliğin artmasına, ülkenin fakirleşmesine ve sosyal refahın düşmesine neden olur. Çözümün hızlanması için ilk şart, bugüne kadar olandan daha farklı, siyahı beyaz olarak göstermeyecek, samimi ve iyi niyetli bir ekonomi yönetiminin oluşmasıdır.